Anılarla Arnavutluk ve Arnavutlar: Mizaç ve Aile Yapısı

Arnavut halkının karakteristik unsurları; fiziksel yapısı ve psikolojik özellikleri eserlerde yer alan bir diğer husustur. Arnavut halkının kendine has özelliklerinden yola çıkan yazarlar, psikolojik ve sosyolojik çıkarımlarda bulunarak coğrafya ile insan arasında ilişkiler kurmuştur.

Avlonyalı Ekrem Bey’in Arnavutluk ile ilgili olarak en çok değindiği hususlardan biri de hiç şüphesiz Arnavutlardır. Kah coğrafyadan yola çıkarak kah yaşanılan bir olaydan ilham alarak Arnavutların karakteristik özellikleri eserde geniş yer alır. “Şkiptar Seyahati” bölümünde yaşanılan bir olaydan hareketle bölge halkının mizacına dair okuyucuya bilgiler sunulmaktadır. Yazar, bölge halkının oldukça kalabalık bir nüfusa sahip olduğunu belirttikten sonra, maddi olarak varlıklı olduklarını fakat çalışmayı
sevmediklerini de vurgular:

“Debar (Diber) [Debre] çok ilginç bir bölgedir. Bizim dönemimize kadar (güneydeki Laberi’de olduğu gibi) paralı askerlik mesleği burada çok yaygınlaşmıştı. Ancak Laberililerle kıyaslayınca Debarlılar daha varlıklıdır, çünkü Drin vadisi bu sayıca kalabalık, gayet uyanık, ancak çalışmaktan pek hoşlamnayan nüfusu besleyecek kadar ekınek sağlar. Burada çok az sayıda entelektüelde milli aidiyet duygusuna rastlayabildim -ancak onlarda da bu duygu çok güçlüydü.- Halk kitlesi sadece, Debar bölgesinin dünyada çok önemli bir rol oynadığını ve ‘önemli bir milleti’ barındırdığını biliyordu” (Ekrem Bey, 288.s.).

Halkın milli duygularına bağlılığı hususunda da görüşler beyan eden yazar, Sırplar ve Bulgarlar karşısında ne derece korkusuz olduklarını yine bir Debreli’nin ağzından anlatır. Yaşanılan kargaşayı anlatan Debreli’nin Arnavut halkını yücelttiği görülmektedir. Eserin “Viyana’ da Theresianum’ da” adlı bölümünde de Arnavutların mizacına dair cümlelere rastlamak mümkündür. Ekrem Bey, Arnavutların yaptığı el işlerinden hareketle onların karakteri üzerinde çözümlemeler yapar:

“Bugün Arnavutluk’u ve Arnavut halkına bakınca, bu değerlerin nasıl ve nereden çıktığını anlamak güçtür. Çöküş döneminde Arnavutluk halkının yaşadığı sefaleti, varlıklı sınıflar arasında da rastgeldiğim sanat ve güzellik anlayışı yoksunluğunu gördüğünüz zaman; bu halkın Osmanlı feodal yönetimi altında Yakın Şarkın en gösterişi seven, en müreffeh ve şövalye ruhlu halklarından biri olduğuna, ancak idari ve sosyal düzenin yeniden yapılandırılması esnasında önce bir avuç dilenciye, sonra da yozlaşmış yarı cahillerden ve dik kafalı bağnazlardan oluşan bir ‘bulamaca’ dönüştüğüne inanmak zordur” (Ekrem Bey,68.s.).

Ekrem Bey, Arnavutların vefasını örneklendiren olaylar da anlatır. Arnavut subaylarının
Jön Türklere karşı koyma çabasından hareketle Arnavutların, Osmanlı ‘ya karşı beslediği
minnet duygusunu vurgular:

“Sultana uzun süreden bu yana hizmet vermekte olan Hassa Alayı’nm en yüksek rütbeli subaylarından oluşan bir heyeti hükümdara göndererek, ondan yaklaşmakta olan Jön Türklere karşı koyma izni istemesi de Arnavutlar için karakteristiktir. Yaşlı Mareşal Tahir Paşa, tüm Arnavut subaylar adına şöyle diyordu: ‘Bizi otuz yıldn bugün için besledin; sakın seni savunmamıza engel olup üzerimize zillet getirme, yüzümüzü karartma !’ İşte bu tam Arnavutça’ydı -ekmek yediği kapıya minnet borcu duygusu” (Ekrem Bey, 238.s.).

“İlk Arnavut İhtilalinden Sahneler” bölümünde Jön Türklerin Arnavutları silahsızlandırma çabalarının ne büyük bir kargaşaya sebep olduğu anlatılır. Arnavut erkeği için silahın çok kıymetli olduğu, silahın kaybedilmesinin şerefin kaybedilınesi ile eşdeğer tutulduğu söylenir: “Silah onun için maddi kıymetinin yanı sıra, erkeklik kavramıyla yakından ilişkili karmaşık bir ahlaki değere de sahipti: Silahı elinden alınan
biri, bunu yapan kim olursa olsun, şerefini yitirmiş demekti!” (Ekrem Bey, 243-244.s.). Yazar bu durumun Ortaçağ Avrupa şövalyeleriyle ilişkili olduğunu düşünmektedir. Silahı kutsal kabul ederek canları pahasına korunıa inancı Ekrem Bey’e göre Arnavutların şövalye atalarından gelmektedir. Eserin “Şkiptar Seyahati” bölümünde de aynı konu üzerinde durur, vahşi Arnavutluk’un medeni, insancıl insanlarından övgüyle bahseder:

“Dünyanın hiçbir halkı, kanlı bir şekilde bastırılan iki isyandan sonra vilayet başkentini ele geçirmek gibi bir başarı kazandıktan sonra, askeri bir düzen ve yasal bir hiyerarşi yokken, bir zorbalığın sonuçlarından korkması gerekmezken, bir yandan cemaatinin çıkarlarını kornmaya çalışırken, çoğu kez çocukça bir masumiyetle, mendiline düğümlediği belk1 son kuruşunu çıkartarak fırından ekmek peynir alan, ‘Vahşi Arnavutluk’un bu fakir köylüleri kadar parlak, medeni, insancıl davranmamıştır. Şövalye ruhlu özellikleri ve eylemleriyle Avrupa’mn kahramanlık efsanelerinin son şarkısını söylediği için o zamanlar da şimdi de bütün kalbimle bağlı olduğum bu olağanüstü halkın tarihi, küçük ve büyük liderlerinden yana, -özellikle de yabancı kültürlerle temasları sonucu, varisi oldukları meziyetleri kaybetmiş olanlar, söz konusu olduğunda- bir türlü yaver gitmedi!” (Ekrem Bey, 292293.s.).

Yazar, Arnavutların meziyetlerini anlattıktan soma yabancılaşma ve milll benliğini kaybetme konusunu tartışır. Dünyadaki pek çok millet gibi Arnavutlar da yabancı kültürlerle yakınlaştıkça öz benliklerini kaybetmiştir (Ekrem Bey, 293 .s.). Hatıratta Arnavutların bu özelliklerinin yanı sıra maddi ve manevi düzene, disipline tahammül edemediklerine de değinilir (Ekrem Bey, 304.s.). Ekrem Bey, kendi mizacından yola çıkarak Avlonyalıların ulaşılınaz, mağrur, çekingen ve resmi bir karaktere sahip
olduğunu belirtir (Ekrem Bey, 26-27.s.). Aynca şövalye ruhlu Arnavutların demokratik ve uygar olmadığını, ancak kahraman, sempatik ve asil oldukları görüşünü de savunur (Ekrem Bey, 80.s.). Arnavut halkının Osmanlı İmparatorluğu’na ne derece sadık olduğunu, dost gördükleri Türkleri sırtlarından vurmayı asla düşünmediklerini şöyle anlatır:

“500 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu’na sadakatle hizmette bulunmuş, bazen onunla kavga etmiştik; ancak bize ister iyi ister haksız muamele edilmiş olsun, onu kendimizin ya da yabancıların çıkarları için asla sırtından vurmazdık” (Ekrem Bey, 316.s.).

Arnavutların sadakat hissi hatıratın pek çok bölümünde tekrarlanmaktadır. Halkın bağımsızlığına düşkünlükleri ve hükmetme dürtüleri de yine değinilen meziyetlerinden biridir: “Osmanlı İmparatorluğu’nda Arnavut’un olmadığı neresi var ki, diye geçirdim aklımdan. Tabiat şartlarından daralarak, uzlaşmaz karakterlerinin baskısı altında bunalarak, doğuştan sahip oldukları hükmetme dürtüsünü, belki ayrıca sükünet arzusunu yabancı yerlerde tatmin etmek üzere vatanlarından ayrılmak zorunda kalıyorlardı” (Ekrem Bey, 124.s.).

Arnavutluk’un Laberi şehrinden yola çıkan yazar, yöre halkının olumlu özelliklerini sıralarken olumsuz gördüğü taraflarını anlatmaktan da çekinmez. Bu konuda Laberi halkını anlattığı yazısını örnek olarak vermek mümkündür. Bu yazıda Ekrem Bey, halkın savaşçı ruhunu, gururlu yaratılışını övgüyle anlatırken tembellik, kaprislilik ve inatçılık gibi özelliklere sahip olduğunu da söyler:

“Özelde Avlonya, genelde de Laberi, sürekli fırtına altındaki idaresi zor bir gemi gibiydi. Yöre halkının çok güzel, şövalye ruhlu özellikleri yanında bin yıllık bir savaşçılık terbiyesi ile paralı askerlik geleneğinin mirası olan çok çirkin alışkanlıkları da vardı: mağrur, öfkeli, kendini beğenmiş, haris, kaprisli, tembel ve asosyal, aynı zamanda olağanüstü cesur, fedakar, misafirperver, inatçı ve sadıktılar. İki bin yıllık ya da daha da eski tarihleri, onların asil yaradılışlarının canlı bir kanıtıdır. Roma devrinde Konsül Aemilius Paullus’a karşı (M.Ö. 168) savaşmış, Bizans devrinde en aşırı ayrılıkçı hareketlere -Epir despotluğu
öncesinde ve sonrasında- katılmış, sonra Türk ve İtalyan egemenliğine muhalif olmuşlardı. Ancak ülke daima nispeten zengin olıuuştu; geçen asrın ortalarına kadar paralı askerlik önemli bir gelir kaynağı idi; Laberi bölgesinden 1000 kadar paralı asker Türkiye’de, Mısır’da ve Venedik’te daimi görevdeydi. Avlonya ve civarında, tüm yöreye varlıklı, asil bir hava veren, 200 ila 300 zengin aile vardı” (Ekrem Bey, 184-185.s.).

Yazılarında Arnavut halkının intikam dürtüsüne de temas eden Ekrem Bey, halkın kin tutmaya meyilli olduğunu söyler; hatta bu konuyu halk arasında yaygın olan bir söyleyişle somutlaştırır:

“Babamın ölümünden duyduğum acıya katlanırım, yeter ki anneni dul göreyim!’ Kendisini haksızlığa uğramış ve aşağılanmış hissettiğinde Arnavut halkının doğal intikam dürtüsü işte bu kadar vahşidir” (Ekrem Bey, 272.s.).

Yine intikam konusunda Arnavutların hassasiyetini aktardığı bir bölümde yazar, geleneksel hukukun uygulanamadığı yerlerde özellikle güçlü ailelerde cinayetin failinin değil; onun siyasi dostlarının en fazla temayüz edeninin intikam nesnesi olarak seçilmesinin bir “töre” niteliği kazandığını da belirtir ve bunun sebebini şöyle açıklar:

“Çünkü eğer katil ‘küçük bir adam’ ise kimse maktulün intikamının ‘şanına yaraşır bir şekilde’ alınmış olduğunu söyleyerek övünemeyecekti” (Ekrem Bey, 240.s.).

Arnavutların ülke yönetimindeki meziyetlerini de hikayeler vasıtasıyla anlatan yazar, ülke hükumetinin
idare tarzı mevzu bahis ise kendilerinin oldukça düzensiz ve kanunsuz olduğunu söyler. Öyle ki bu istikrarsızlık bir yaşam stili halini alınıştır (Ekrem Bey, 194.s.).

Eserinde Arnavut kadınlarının meziyetlerine de yer veren yazar, “vahşi, kaba saba, dediğim dedik” Arnavut kadının ev hanımlığındaki başarısı ve millilik gibi özelliklerinin tüm olumsuz taraflarını kapattığını düşünmektedir (Ekrem Bey, 88.s.). Arnavut kadınlarının ailede söz sahibi olması, sosyal konumlarının Türklere nazaran daha üstün bulunması da konu dahilindedir. Kadının, evde erkek olmadığı zaman mülkün idaresini ele alarak iç ve dış meselelerde aileyi temsil etmelerinden bahseden yazar, cariyelik usulünün Arnavutlar arasında kabul görmediğini de belirtir. Türklerin kadına bakışıyla
Arnavutlarınkini karşılaştıran yazar, Arnavut toplumunun medeni hukuk anlayışı hakkında uzun uzun konuşur (Ekrem Bey, 83-85.s.). Yazar, tarafsız bir bakış açısıyla halkı tüm yönleriyle okuyucusuna tanıtır. Arnavutların kişisel özelliklerini objektif bir bakışla sunma gayretinde olduğu için halkın beğendiği meziyetlerini yüceltirken beğenmediği taraflarını ise eleştirel bir tavırla ele almıştır.

Yılmaz Çetiner, Bilinmeyen Arnavutluk eserinde Arnavutların yaşadığı zorluklara taviz vermeyen onurlu duruşunu konu edinir. 1956’da 1 milyon 625 bin nüfuslu Arnavutluk’ta büyük bir ekonomik kriz baş gösterdiği günlerde, Amerikalıların yardım teklifine Arnavutlar ret cevabı vermişlerdir. Muhtaç duruma düşüp yardım dilenmektense gerekli önlemleri alıp kendi başlarının çarelerine bakacaklarını söylerler.

1960’ta Sovyet Rusya’nın Arnavutluk’taki yatırımlarına da temkinli yaklaşan Arnavutlar, bu durumun iç işlerine karışmak demek olduğunun bilincindedirler. Ruslarla yaşanılan siyasi gerginliği detaylarıyla yansıtan yazar, Rusların tehditlerine rağmen onların boyun eğmediklerini anlatır. Bu tarz örnekler vasıtasıyla büyük devletlere kafa tutan Arnavutluk’un dış politikasında “milli gurur ve haysiyeti” ön
planda tuttuğunu vurgulamaktadır (Çetiner, 3-5.s.).

Karınca kararınca geçinmeyi, kendi yağlarında kavrulmayı ilke edinen Arnavutların sözlü kültür ürünleri olan atasözleri dahi bu meziyetlerini örneklendirmektedir. “Biz kendi ayaklarımızla yürümek istiyoruz, biz ayağımızı yorganımıza göre uzatırız, alemin beygiri insanı yarı yolda
bırakır. .. “(Çetiner, 38.s.) gibi atasözleri halkın karakterini de ortaya koymaktadır. Aynca halkın karakterine dair saptamalarda bulunduğu satırlarda yazar; Arnavutluk’u “fuıi feveran eden, sert ve ateşli mizaca sahip insanların yaşadığı tipik bir Balkan ülkesi” olarak gördüğünü itiraf eder (Çetiner, 84.s.).

Bu fevri karakterli insanlar için silah namus, “Arnavutluk köylüsünün en şerefli süs eşyası”dır ki yazarın deyimiyle; ekonomik durumu iyi olmayan Arnavut bile ne yapar eder, gerekirse öküzünü satar ve
yeni çıkan silah alır (Çetiner, 47-48.s.).

Yine eserde, Arnavutların aile yapısına ve halkın karakteristik özelliklerine dair gözlemlere rastlamak münıkündür. Arnavutluk’ta toplumun temelini ailenin teşkil ettiğini vurgulayan Çetiner, ailelerin çok çocuklu olduğunu ve çekirdek aile yapısından uzak büyük aile modelinde yaşamayı benimsediklerini söyler. Ailenin otoritesini en yaşlı erkek kurar ve elden ayaktan düşünce kendi kararıyla çekilerek evin idaresini diğer “en yaşlı erkek”e bırakır. Ailede kadın oldukça değerlidir ve erkeğin yokluğunda evde söz salıibidir: “Arnavut aileler kadına çok değer verirler, onu büyük kuvvetle sayarlardı. Kan davası sırasında
öldürülen erkeklerin işlerine kadınlar bakardı. Hayat şartlarının ağırlığı yüzünden kadınlar çabuk çöküyorlardı… Çocuk bakımı, ev işi ve nihayet tarlada çalışmak kolay değildi” (Çetiner, 50-5 l.s.).

Evlilikler de aileler arası anlaşmalarla yapılmaktadır. Ayrıca evlenenlerin aynı hayat seviyesinden olmasına dikkat edilir. Yuvada sıkı bir disiplinin hakim olması toplumda aileye verilen önemi açıklamaktadır. (Çetiner, 51.s.)

İsmail Kemal Bey’in hatıratında da Arnavut halkının ailevi yapısına ilişkin bilgiler sunulmaktadır. Arnavutluk’ta aile bağları son derece güçlüdür. İsmail Kemal Bey’in ifadesiyle; aile reisi, evin efendisi olmakla birlikte zorbası değildir. Ailede demokratik bir düzen söz konusudur, kararlar ortaklaşa alınmakta ve uygulanmaktadır. Çekirdek aileden ziyade büyük aile modelinin hüküm sürdüğü bu topraklarda aynı çatı altında ya da aynı muhitte yaşayan, mensupları altmış, seksen kişiye çıkan aileler mevcuttur.

Ailenin bu derece önemli olduğu Arnavutluk’ta “aile” kelimesinin Arnavut dilinde başka dillerden çok daba geniş anlamları vardır: ” ‘Fis’ kelimesi, aynı gövdeden gelen bir aile grubunu ifade ederken, ‘far’ kelimesi, bu ailelerin birinin ve çoğunun mensupları arasındaki daba sıkı bağı kastetmektedir. Bu aile bağlarına çok itibar edilir, öyle ki, Müslüman olsun Hristiyan olsun, aynı köyün sakinleri arasında asla evlilik olmaz. Bir yörenin idare yetkisi, o yörenin en önemli ailesinin en yaşlı mensubundadır. Onun danışmanları da diğer ailelerin en yaşlı üyelerinden oluşur. Yukarı [Kuzey] Arnavutluk’un dağlarında yaşayanlar gibi bazı aşiretlerde, asıl reisler ‘voyvodolar’ veya ‘bayraktarlar’lardır ve bunların meclisleri, sayıları aile sayısına göre değişiklik gösteren yaşlılardan oluşmaktadır. Onlardan sonra ‘dovran’lar (veya kefiller) ve ‘coybar’lar (bir tür mübaşir) gelir. Reisler ile meclisleri veya dağlık kesimlerde voyvodalar ile bayraktarlar, bağlı oldukları yörenin menfaatlerini gözetir ve kanunu uygularlar. ‘Dovranlar’, bir cinayet işlendiğinde veya bölge çıkarları tehlikeye girdiğinde, bir araya gelip meclis fikir danışırlar.

Ayrıca, kadına verilen değerde yine hatıratta karşılaştığımız ailevi konulardandır. Aile içinde kocasına bağlı olan kadın, kamu hayatında hürdür, gerek ailevi mevzularda gerekse memleket meselelerinde fikrini söylemekten çekinmez. Ayrıca kadının kendi güzelliğinden ve asaletinden ziyade, doğurduğu erkek çocuklarıyla ve onların yetenekleriyle övünmesi de yine ilgi çekici bir noktadır. Çok çocuklu anne toplumda büyük itibar görmektedir. Kadının toplumsal hayatta, hatta savaş uğurlamasında eşiyle birlikte görürımeme durumu ise onun özgürlüğünü kısıtlamaktan çok, saygınlığını arttıran bir husustur:

“Tüm bu ayrıcalıklarına rağmen Arnavut kadını insanlar arasında asla kocasıyla görünmez. Çetinlik vasfını, harp seferlerinde kocasını uğurlama noktasına kadar ileri götürür. Ancak, işgalden olsun, hüküınetin keyfi bir uygulamasından olsun, ülkenin tehlikede alınası halinde, ortalığı ayağa kaldırıp erkekleri müdafaaya ya da isyana ilk kışkırtanlar kadınlardır” (İsmail Kemal Bey, 256-257.s.).

Arnavutların sosyal hayattaki ilişkilerine ve karakteristik özelliklerine dair pek çok bilgi veren yazarın kendisinin de bir Arnavut olması bu bilgilerin öznel bir değerlendirmeye dayalı olduğunu da göstermektedir.

Ahmet Şerifin Arnavutluk’ta gezdiği her kasabada üzerinde en çok durduğu konular tabiat ve insandır. Arnavutların karakterini beğenen yazar, bir çok yerde halkla ilgili olumlu görüşler sunar:

“Arnavutlarda en fazla takdir edilecek şeyler, birlik, nefse güven, onur duygularıdır. Onların ne kadar birlik olduklarını bize olaylar da isbat ve izaf eder. Bu, tabii bir duygudur. Fakat, biz, bunu lehimize, vatan ve milletin seliimeti yönüne kullanabilıneliyiz. Nefse güven ve onur duyguları ise, her Arnavudda tam bir açıklıkla görülür. Arnavud, hayata karşı, boyun eğmez, daima cesürdur. Çalışmaktan, işlemekten yılmaz. Fakat, kendisine iş gösterilmelidir. En adi, en fakir görünen birinin onurunu yaralayacak bir söz söylemekten, bir davranışta bulunmaktan, uzak durunuz. Çünki, o, derhal, karşınızda bir arslan kesilir”
(Ahmet Şerif, 24.s.).

Arnavutları namuslu, dürüst, mert ve adil bulan yazar, eserin pek çok bölümünde halkın mizacına dair görüşlerini beyan etmiştir. Ayrıca, kitabının İpek’e ayrılan bölümünde Yakova halkını çalışkan ve işgüzar bulurken İpek halkının zeki fakat tembel olduğunu düşünür. Yazar; bir gazeteci nesnelliği ile halkın beğendiği yönlerini söylerken beğenmediği taraflarım açıkça belirtmekten çekinmemiştir.

Yakup Kadri de eserinde Arnavut halkının beğendiği taraflarını sıralayarak onları yüceltir. “Çok defa aramızda göz yaşartıcı dostluk salıneleri bile oluyordu. Bir gün Elbasan civarında ihtiyar köylülerden biri, ağır ağır arabamıza yanaşmış ve ay yıldızlı kırmızı bayrağı ‘Osmanlı, Osmanlı!’ deyip alnına, yüzüne, gözlerine sürerek öpmüştü”(Karaosmanoğlu, 70.s.) gibi cümlelerle Arnavutların Türklere karşı olan
sevgisine yer veren yazar, Arnavut köylüsünü temiz, yüce gönüllü, asil ve mert bulduğunu belirtirken Kral Zogo hükümetinin teşkil ettiği resmi Amavutluk’u ve bunun dayandığı yüksek sınıfı paraya düşkün, savurgan ve riyakar bularak eleştirir:

“Öyle ya, Avrupa’nın burnu dibinde kurulan bu genç krallık, iç idareyi keyfiliğe, zorbalığa; dış politikayı ecnebi köleliğine bağlayan bir hükümet sistemini, Yıldız Sarayı ile Bab-ı­ Ali’den başka nereden bulup çıkarabilirlerdi? Üstünde hüküm sürdüğü balkın fukara çocukları kendilerine can ve gönülden yapılınak istenen ihsanı ellerinin tersiyle iterken bu devlet, bir avucunu Doğu komşusuna, öbür avucunu Batı komşusuna açarak durmadan para dilenmek zilletini kimden öğrenmişti? Evet; milletin tortusu, bir vakitler bizde olduğu gibi, burada da suyun yüzüne çıkmış bulunuyordu. Asıl cevher, yurdun halis evlatları, o, yürekleri, beyaz mintanları kadar lekesiz köylüler; o, elleri yüzleri, tertemiz altın başlı çocuklar, gene bir vakitler bizde olduğu gibi, bu bulanık köpüğün altında görünmez hale gelmişti”(Karaosmanoğlu, 71.s.).

Halkın aç gezdiği halde kimseden bir lokma ekmek istememesine karşın, siyasetçilerin kah Sırpların kah İtalyanların peşinden giderek ülkenin şerefini ayaklar altına alması yazarın tenkitlerine hedef olur.

Avlonyalı Ekrem Bey, Ahmet Şerif, Yakup Kadri ve Yılmaz Çetiner’in eserlerinde Arnavutların mizacına uzun uzun yer verilmiştir. Halkın aileye verdiği değer ve ailevi gelenekleri de eserlerde anlatılan konulardandır.

HAZIRLAYANLAR

Prof. Dr. Abide DOGAN
Bahanur GARAN’

BİLKENT ÜNİVERSİTESİ & TİRAN ÜNİVERSİTESİ
25-28 EYLUL 2013 TİRAN – ANKARA

 

Benzer Yazılar

Refik Veseli, Moşe Mandil ve Arnavut Yemini

Temenna – Arnavut Düğün Gelenekleri

Xhubleta “Arnavutların 4000 Yıllık Geleneksel Kostümü”