Anılarla Arnavutluk ve Arnavutlar

Anı türündeki eserler; yazarının duygu ve düşünceleri çerçevesinde gerçek olayları kişisel bir bakış açısıyla anlatması ve tarihsel nitelik taşıması sebebiyle oldukça önemlidir.

Arnavutların bağımsızlık hareketlerinden Arnavutluk Devleti’nin kurulmasına kadar geçen süreç içerisinde anı türünde pek çok eser kaleme alınmıştır.

Balkan tarihi açısından kaynak teşkil eden İsmail Kemal Bey’in Hatıratı, Osmanlı Arnavutluk’undan Anılar (1885-1912), Osmanlı Sonrası Arnavutluk (1912-1920), Arnavutluktan Sakarya’ya Komitacılık: Yüzbaşı Cemal’in Anıları, Arnavudluk’da, Suriye’de, Trablusgarb ‘de Tanin, Arnavutluk ve Makedonya Hatıralarım adlı eserlerde Balkan Savaşları öncesi Osmanlı Devleti’nin sosyal, kültürel ve ekonomik durumunu, siyasi çehresini; Arnavut ayaklanmaları ve komitacılık faaliyetlerini, Balkan Savaşları esnasında Arnavutların tavrını, nihayetinde Arnavutluk Devleti’nin kurulmasını adım adım izlemek mümkündür.

Osmanlı İmparatorluğu için önemli bir konumda bulunan Arnavutluk ve Arnavut halkı ile ilgili anı türünde birçok eser yazılmıştır. Eserlerde Amavutluk’un coğrafi güzellikleri betimlenirken Arnavutların sosyal ve siyasi faaliyetleri de yer almıştır.

Kazım Nami Duru’nun Arnavutluk ve Makedonya Hatıralarım adıyla yayımladığı sosyal ve kültürel yaşamın inceliklerine yer verilip yazarın perspektifinden Balkan coğrafyasının tasviri yapılmıştır.

Kazım Nami Duru “Arnavutluk ve Makedonya Hatıralarım”

Kazım Nami’nin Amavutluk ile ilgili gözlemleri memuriyet sebebiyle Tiran ve Berat’a gitmesiyle başlar. Yazar bu bölgede eğitim alanında da önemli faaliyetlerde bulunur: “Kazım Nami, 1897 yılında Tiran’a tayin edilir. Buradaki görevi esnasında vaktinin çoğu boş geçmektedir. Tiran’ da Ramazan Efendi adlı bir müftü, Musa Efendi adlı da bir müderris vardır. Onlarla dost olur. Rüştiye mektebinin başöğretmeni de Serezli Abdurralıman Efendi’dir. Okulun sınavlarında müftü de müderris de bulunur.

Eğitim ve sınavlar Türkçe yapılır. Kazım Nami, boş geçen zamanını değerlendirmek için rüştiyede gönüllü olarak ders vermeye başlar. Bu, onun ilk öğretmenlik deneyimidir. Bundan böyle tayin edildiği her yerde okullarda gönüllü olarak öğretmenlik yapar. Tarih, coğrafya ve Türkçe dersleri okutur” Yazar, Tiran’ dan sonra Berat’a gitmiş, eğitim ve öğretim faaliyetlerine burada da devam etmiştir

Yılmaz Çetiner’ in Arnavutluk’ta yaptığı röportajlardan oluşan “Bilinmeyen Arnavutluk” eserinde Amavutluk’a dair folklorik özellikler ele alınmış, bilhassa Bektaşilik’in bu coğrafyadaki etkisine değinilmiştir.

Avlonyalı Ekrem Bey’in Osmanlı Arnavutluk’undan Anılar’ da Balkan Savaşları öncesi Amavutluk’un siyasi yapısı ve Arnavut isyanları geniş bir perspektifte yansıtılmıştır. Eserde Amavutluk’un kuruluşu öncesi yaşanılan sancılı süreç işlenirken Osmanlı’nın son yıllarına Arnavutların penceresinden bir bakış imkanı sunulmuştur.

Avlonyalı Süreyya Bey’in Osmanlı Sonrası Arnavutluk (1912-1920) eseri de Ekrem Bey’in bıraktığı noktadan devam etıııiş, Amavutluk’un devlet olarak inşasıyla ilgili bilgiler verilirken aynı zamanda İttihat ve Terakki Dönemi’nin, Balkan Harbi’nin, I. Dünya kitabında Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nın Balkan coğrafyasındaki Arnavutluktan Sakarya ‘ya yankılarını yansıtmıştır.

Kudret Cemal’in Anıları’nda da geniş bir coğrafyaya yayılan komitacılık faaliyetleri anlatılmış ve bu olaylar içerisinde Amavutluk’un rolüne değinilmiştir. Kadro dergisinin kapanmasının ardından Atatürk tarafından Tiran’a elçi olarak gönderilen ve hastalığı sebebiyle bunu “zoraki diplomatlık” olarak adlandıran Yakup Kadri’nin diplomat olduğu günlerini anlattığı Zoraki Diplomat adlı eserinde Arnavutluk, bir siyasetçinin bakış açısıyla ortaya konulmuştur.

Gazeteci Ahmed Şerif’in yazılarının toplandığı “Arnavudluk’da, Suriye ‘de, Trablusgarb ‘de Tanin” adlı eserde de II. Meşrutiyet sonrası Amavutluk’un sosyal ve siyasi durumu yansıtılmıştır.

Arnavutluk devletinin kurucusu Arnavut milliyetçisi İsmail Kemal Bey’in anıları da II. Abdülhamid ve Meşrutiyet dönemi için önemli bir kaynak teşkil etmiş; anıların son bölümünde Arnavutların tarihi, kültürel ögeleri, Arnavutluk ulusal hareketinin gelişim sürecinde İsmail Kemal Bey’in faaliyetleri yer almıştır.

Anılarda Arnavutluk ve Arnavutlar

Amavutluk’un coğrafyası, tarihi, sosyal, kültürel ve ekonomik yapısı her yönüyle ele alınmıştır. Sosyal yaşamı oluşturan kültürel değerlerden gelenek görenekler, giyim şekli, yemek ve eğlence kültürü, dini ritüeller ön plana çıkarken Arnavutluk halkının mizacına dair önemli bilgiler de verilmiştir.

Arnavutluk Coğrafyası

Arnavutluk’tan balıseden anılarda yazarlar, ülkenin coğrafi unsurlarından; iklim özelliklerine, bitki örtüsüne, yer şekillerine ve bölgenin öne çıkan doğal güzelliklerine geniş yer vermişlerdir.

Avlonyalı Ekrem Bey’in Osmanlı Arnavutluk’undan Anılar adlı eserinde Arnavutluk önemli bir yer kapladığı görülmektedir. Eserin “Arnavutluk’ a Geri Dönüş” kısmında Amavutluk’un engebeli arazisine Kanine vasıtasıyla değinen yazar, Sazan Adası’nın tabii güzelliklerinden ayrıntılı bir şekilde balıseder:

“Öte yandan 370 m. yükseklikteki Kanine’ye çıkıyordum; burası benim için bir dinlemne yeri, temiz hava soluma fırsatı ve güzel bir gezintinin menziliydi. Abas Ağa’nın balkonundan, bilhassa Sazan ( Saseno) Adası’nın arkasında batan güneş doğayı görkemli renklere boyadığı zaman Avlonya koyunını, Myzeqje vadisinin, Laberi Dağlarının manzarası, burada, ayaklarnnın altında masalımsı bir tablo gibi uzanmaktaydı” (Ekrem Bey, 185.s.).

Yazar, Amavutluk’un değişken ikliminin halkın tabiatına da tesir ettiğini düşünür. Avlonya’nın bataklıklarının bir getirisi olan sivrisineklerin yarattığı huzursuzluğa yer verirken nemli havanın bunaltıcılığını da vurgular:

“Şehir ve civarının sakinlerinin sağlık durumu da buna göreydi. Bilhassa kendilerini hiçbir sivrisineklerden koruyamayan fakir insanlar bembeyaz çehreleri, çukura kaçınış, ateşten parlayan gözleri ve ayaklarını sürüyerek yürümeleriyle, acınacak haldeydiler. Ancak ilaç ve cibinlik satın alabilecek durumdaki varlıklı insanlar da bataklık ateşinden etkilenmişlerdi, en azından ruh halleri değişmişti. Sinirli, çabuk köpüren, aniden hiddetlenen insanlardı. Belki şehir sakinlerinin, hatta bütün bölge insanının birbiriyle sürekli kavga etmesinde, iklim koşullarının da etkisi vardı” (Ekrem Bey, 184.s.).

Yazar, iklim koşullarının insanlar üzerindeki etkisinin anlatıldığı bölümlerde halkın mizacının da bunaltıcı iklimden etkilendiğini söyler. Yine Arnavutluk coğrafyasına yer verilen bölümlerde devasa ağaçlarıyla Kuç ormanının adı geçmektedir. Kurvelesh, Gusmar, Golem, Progonat’taki tarihsel güzelliklerin de sözü edilirken büyüleyici doğa manzaraları da anlatılmaktadır:

“Mevsim (kasım ortalarındaydık), Kurvelesh’te daha uzun süreli bir ikamete izin vermeyecek kadar ilerlemişti. Gusınar’dan yola çıkarak bir gün zarfında (kervanını için büyük bir başarıydı) Kuç ormanını geride bıraktım, Shushice kaynaklarının yanından geçtim, Qafe Mbretes geçidi üzerinden (Kuç Kudlıesi’nin altından) deniz kıyısındaki Qeparo’ya ulaştım. Mevsim bize imtiyazlı davranmıştı. Harika bir sonbahar havası vardı. Kuç ‘un balta girmemiş ormanlarının etkileyici heybetini, bu vahşi güzelliğin içinde kristal berraklığında akan Shuslıice’nin kıyısındaki çakılların güzelliğini ve kendisini bakışlarımıza sunan büyüleyici doğa tablolarını asla unutmayacağım”(Ekrem Bey, 196197 .s.).

Yazar, Korfıı Adası’nın en yüksek dağı olan Pantokrator’dan da balıseder (Ekrem Bey, 197 .s.). Bölgeye hakim olan Şirokkonun (güney rüzgarı) üzerinde de durur. Himara Bölgesi’ni de ele alan yazar, bir merdivenin basamakları gibi ardı ardına yükselen kar beyaz evlerin ardında Çike Dağları’nın görkemli zirvelerini ve yeşil portakal, mandalina balıçelerine uzanan masmavi denizini hayranlıkla anlatır. Çike’nin kristal berraklığındaki sularını derin bir kanyonun içinden denize taşıyan bir dağ deresine de değinen yazar, bölgeyi “Arnavutluk’un rivierası” olarak adlandırır. Bölge insanının mizacını da tabiatla özdeşleştirerek coğrafya-insan ilişkisine dikkati çeker:

“Himara bölgesi ve insanlarını eskiden beri sevmişimdir. Bölge masalsı bir güzelliğe sahiptir, insanları ise her bakımdan uyanık, çalışkan ve yeteneklidir -üstelik karakterlidirler de. Arnavutluk’ta bu insanları Yunanlılığı Yunanlılardan çok sevmiş olmakla (belki de hala sevmekle) suçladılar, ben de bunu bu bölgenin tarihiyle bağdaştırıyorum”(Ekrem Bey,199.s.).

“Güney Arnavutluk’un en güzel ve en büyük ormanı” diye tanımladığı Kuç Ormanı’yla ve burada tahribatla ilgili olarak yazar geniş bilgi verir. Ayrıntılı bilgi için bakınız: Ekrem Bey, 196-197.s.

Himara Bölgesi’nin tarihsel geçmişiyle ilgili Ekrem Bey şu bilgileri vermektedir: “Tanzimat’tan (1880) sonra bu bölgede bir Türk kaymakamlığı kuruldu, ancak gerek papaz, gerek Yunan propaganda ajanları, gerekse ihtiyar heyeti eskiden oldukları gibi diledikleri şekilde faaliyet göstermeye devam ettiği için, kaymakamlık ne kimseyi rahatsız etti, ne de kimse tarafından rahatsız edildi.

1906 yılında Himara bölgesi on köy ve 10.000 ila 12.000 nüfustan oluşuyordu, Gjirokaster Sancağı’na bağlıydı. Ancak Himare kavramı, bölgenin sınırlarıyla aynı değildi. ‘Himare’ (Chimera) antik çağda bir Kerkyı (Korfu) yerleşiminin ve çevresinin adıydı; Ortaçağ’da diğer iki yerleşim de bu isimle anılmaya başlandı. Türkler bu isimden Rrug’e Bardlıe ve Sarande arasındaki sahil şeridine bağlı köylerin kapsadığı bölgeyi anlıyor, Venedikliler ise buna hinterlandın o günlerde hala Hristiyan olan 21 köyünü de ilave ediyorlardı. Ancak bu köylerin (1690 ila 1790 arasında) Müslümanlığı kabul etmelerinden sonra Himare (Breg-Deti) adından sadece mukataa vergisi (1912’de yıllık 10.000 altın frarık) ödemekle yükümlü yedi köy anlaşıldı. 17001800 yıllarında Venediklilerin Himare dedikleri bu bölgede, 1912 yılında aynı sayıda insanın yaşadığı ve yıllık dam başı 1, 50 DM vergi ödemekle yükümlü oldukları düşünülecek olursa, Türk makamlarının bu Hristiyan cemaatleri (tıpkı tüm diğerleri gibi) aslında saymamış olduğunu teslim etmek gerekir” (Ekrem Bey, 199-200.s.).

Aynca yazar, eserinin “Şkiptar Seyahati” bölümünde de Arnavutluk’a dair tabiat manzaralarına geniş yer verir. Ohri’den Struga ve Debar’a (Debre), Maqellare ve Peshkopi üzerinden Korab’a doğru yol aldığı bu seyahat boyunca bölgenin bitki örtüsüne dair gözlemlerde bulunur. Amavutluk’un çıplak dağlarını İsviçre’nin ve Tirol’ün güzel dağlarıyla kıyaslar. Yazarın bu bölgeyi çok beğenmediği ve yine tabiat ile insan arasında ilişki kurarak Arnavut halkının mizacıyla benzerlikler aradığı görülür:

“Bunlar, karstik doğanın ıssızlığına, kireçtaşından çıplak dağlardır. Birkaç zirve, birkaç yayla, birkaç vadi (Thetlı, Lure, Tomorice, Samarine, Shpat, Rugove, Korab meyve bahçeleri, Himara sahilleri ve diğerleri) çevrelerine kıyasla pitoresk ve vahşi bir romantizme sahip olabilir, ancak ülkede yaptığıru çok fazla gezide, Arnavutluk’un pek çok eserde övgüler düzülen doğal güzelliklerine dair bir şey göremedim. Arnavutluk doğasının en önemli özelliği, ülkeyi birbirinden çok farklı tiyatro sahneleri gibi gösteren dip dibe zıtlıklar silsilesidir. Kendime sık sık -ciddi olarak-, Arnavut insanlarının zıtlıklarla dolu karakterlerinin, onları çevreleyen doğadan mı etkilendiklerini sormuşumdur” (Ekrem Bey, 288.s.).

Bilinmeyen Arnavutluk adlı eserde uzun uzun değinilmese de iklime ve coğrafyanın insan yaşayışındaki etkisine yer verilmektedir. Yazar, İngiltere’ den sonra şemsiyenin en çok Arnavutluk’ta gerekli olduğunu söyler (Çetiner, 49.s.). Oldukça yağmurlu olan bu ülkede evlerin yapısı dahi coğrafyaya göre şekillenmiştir. Özellikle Kuzey Arnavutluk’ta evler ahşap iken alçak ve sulak yerlerde evler kamıştan ve su bitkilerinden örtülü, beyaz badanalıdır (Çetiner, 47.s.).

Kazım Nami Duru’nun Arnavutluk ve Makedonya Hatıralarım adlı eserinde de Arnavutluk coğrafyasının tezahürlerine rastlamak mümkündür. Yazar, Tiran’ı ülkenin en güzel yeri olarak görmektedir:

“Arnavutluk; Osmanlı Devleti idaresinde iken Tiran kasabası İşkodra vilayetinin (Draç) sancağına bağlı bir ilçe merkeziydi. Adriyatik Denizinden (3 7) kilometre doğudaki bu kasaba, Arnavutluk’un diyebilirim ki, en güzel yeriydi. Doğusunda, (Malisya-Dağlık) bir parçası olan (Dayti) dağı, bu dağlıktan gelerek kasabayı güneyinden yalıyan (Lumi) dedikleri bir çayı da vardı. İlçenin (101) köyünde Müslüman Arnavut’lar yaşardı; yalnız kasabanın içinde (120) ev kadar Koçovalak (Ulalı) vardı; bunlar Rum kilisesine bağlıydı”(Duru, 5.s.).

Duru, evlerin içinden geçen suların sokaklarda duvar kıyılarından yalaklarla akmasını anlatırken Tiran’ı “sulak bir yer” olarak değerlendirir. Her evin asmalı, çiçekli bahçesi vardır ve bu evler kerpiçten, keresteden yapılmıştır. Şkunıbi Irmağı, Ohri Gölü, Drin Irmağı; Ustruga kasabası, Draç, Elbasan, Şıyak, Kavaya, Resne, Manastır, Pirlepe yine yazarın değindiği yerlerdir (Duru, 8-9.s.). Ohri Gölü’nde yetişen, halkın “mercan” dediği balıklara da değinir. Berat Sancağı’nın Luşna kazasını, Müzekke ovasını  (Muzakya) ve buranın. yer şekillerini de anlatan yazar, Akçahisar Kasabası ve buradaki Bektaşi tekkesini de ele alır (Duru, 10.s.). Yanya vilayetine bağlı bir sancak merkezi olan Berat’ı “Berat güzel bir şehirdi: Tiran’ dan, Avlonya’ dan gelen yolcular, (Lumi berati) denilen çayın üzerindeki (Hacı Bekar) köprüsünde birleşirdi” (Duru, 10.s.) şeklinde tanıtan yazar, Berat Kalesi (Hacı Bekar Köprüsü) nden yola çıkarak şehrin tarihi mekanlarını da ele alır:

Berat’ın iki saat kadar kuzeyinden geçen (Viyosa) ırınağı’na geldik; ırmağın üzerindeki köprüden geçtik. Galiba buna (Hacı Bekar Köprüsü) derlerdi. Yazın Beratlılar, arabalar,atlarla buraya gelirler, eğlenirlerdi. Irmağın kuzey kıyısında, yan yana iki sıcak su kaynağı vardı. Kaynaklar, ırınağın içindeydi. Ayrıca bir ılıca haline getirilınemişti. Uzaktan Berat’ın kalesi görünmeye başladı. Kale, tepe üzerindeydi. İçinde evler, bir de cami vardı. Muradiye malıallesi’nden içeri girdik. Irmağın üzerinde burada da bir taş köprü, öbür tarafında yalnız Hristiyanların oturduğu yamaç üzerinde bir mahalle vardı. Yanya’ya giden yol, bu köprüden geçerdi. Burada şehrin dükkanları, hanları başlardı. Ben en iyi hanlardan birine girdim, üst katta bir oda tuttum”(Duru, 15.s.)

Duru; Berat’ın coğrafyası dışında halkı üzerinde de gözlemler yaparken “Viriyon” adlı mülk sahibi beylerini anlatır (Duru, .13-15.s). Arnavutluk halkının geçmişi, sosyal ve ekonomik durumu yine yazarın ilgisini çeken konulardandır.

İsmail Kemal Bey hatıratında geniş bir bölümü Arnavutluk’un coğrafyasına ayırmıştır. “Adriyatik denizinin, Pindus dağlarının, Balkan sıradağlarının ve Dinar Alpleri’nin ortasında, Doğu ile Batı’yı ayıran çizginin üzerinde, tarihin birçok göçmen halkının karşılaşmasına ve birçok medeniyetin doğuşuna şahitlik ettiği yerde Arnavutluk, heybetli bir kale gibi durmaktadır”(İsmail Kemal, 255.s.). şeklinde tanıttığı Arnavut topraklarının tarihine, Pelazg dönemine değinir. Arnavutluk’un haşin doğasının halkın mizacına yansımasını anlatarak ülkenin doğal güzelliklerini şu cümlelerle betimler:

“Uzaktan pek sevimsiz görünen çıplak zirveli iki dağ silsilesinin ortasında güzel vadiler ile çok güzel ve bereketli ovalar uzanır. Kayalık zirve ve sarp hendek perdesinin ardında geniş düzlükler ve mevsime göre yeşil ya da sarıya bürünmüş ormanlar uzanıp gider. Dağlardaki dar ve kasvetli geçitlerin tam eşiğinde birden sık bir bitki örtüsüne sahip nefis vahalar beliriverir. Dağ yamaçlarından aşağı dökülen uğultulu, coşkun ırmakların yerini biraz ötede güzel kokulu vadilerin ortasından dolambaçlı bir yol izleyen sakin, berrak dereler alırken, yapraklarını dökmeyen büyük ağaç ve çalı kümeleri zümrüt tepelere serpilmiş gibi durmaktadır. Sahil boyunca, zirveleri sürüklenen bulutlarca mütemadiyen yıkanan dağların eteğinde, berrak mavi koylar ve sakin, dipsiz çukurlar uzanır” (İsmail Kemal, 255.s.).

Bir Arnavut olarak onun tasvirlerinde olumsuzluklardan ziyade, Arnavutluk’un güzelliklerini ön plana çıkardığı görülmektedir. Diğer Arnavut yazarların öznel ifadelerinde de olumlayıcı bir tavır söz konusudur.

Ahmet Şerifin Tanin için tuttuğu notlarda Arnavutluk’a dair önemli bilgiler mevcuttur. İki üç gün aralıkla gazeteye yetiştirilen bu yazılar, gezi röportajı özelliği gösterse de yazarının şahsi duygu ve düşünceleriyle süslenerek yaşadığı olayları aktarması sebebiyle anı niteliği taşımaktadır. Bu gezinin planı; Yakova, Prizren, İpek, Mitroviça, Yeni Pazar, Seniçe, Yeni Varoş, Prepol, Hoçeşli, Taşlıca, Kolaşin, Akova, Berfuıe,
Tergovişte’ den ibarettir. Yazar, gezdiği bu şehirlerde yaşadığı olaylan anlatırken coğrafyaya ve halka dair yaptığı gözlemleri de yer yer okuyucusuyla paylaşır. Bu gözlemlerden Yakova’ya dair olan bölümde tabiatın güzelliği üzerinde geniş bir şekilde durulur. Ahmet Şerif, Yakova’dan İpek’e kadar gördüğü manzaraları hayranlıkla anlatmış, yol boyunca yeşillikler içinde yükselen beyaz evlerden ve kulelerden oldukça etkilenmiştir:

“Yakova’dan İpek’e kadar, büyük bir bahçede gezindiğirni zannediyorum. Öyle bir bahçe ki, sol tarafı, tepeleri, henüz karlarla örtülü, yüksek ve yeşil dağlarla çevrili, her taraftan akan sular, bir bahçeden yahüd bir tarladan çıkarak, diğerine giriyor. Bütün manzaralar taptaze, bakışın yetişebildiği noktalara kadar arazi, her cinsten ağaçlarla, meyve ağaçlarıyla süslüdür. Bahçeler, tarlalar taş ve cit duvarlarla koruma altına alınmıştır.

Ağaçların arasında saklanmış, yeşilliklerin esrarlı sinesine gömülmüş olan evler de, birer birer aşk yuvası gibidir. Bunların arasında, bazıları vardır ki, yüksek taş duvarları, büyük kapıları, pencerelerine küçük mazgal delikleri, geniş bahçeleri, genel olarak, garib görünüşleri ile, ortaçağ şatolaruu andırır. Zaten, kıyafetleri, levendce tavırları ile bu köylü Arnavudları da, şövalyelere benzetmek, hata olınaz. Bütün gördüğünüz şeyler, size bir saygılı sessizlik aşılar. Herşey, hayatı göstermekle beraberi sessizlik hakimdir”(Ahmet Şerif, 21.s.).

Evleri şatolara, köylü Arnavutları da şövalyelere benzeten yazar, insan-çevre arasında ilişkiler kurarak Arnavutların mizacına ve dış görünüşlerine de eğilir. Ahmet Şerif gördüklerini bir gazeteci dikkatiyle, ayrıntılarıyla betimlemiş, coğrafya ile halk arasında irdeleyici değerlendirmelerde bulunmuştur.

İsmail Kemal Bey, 1878 yılında Balkarılar’ın Osmanlı Devleti’nden kopma tehlikesi üzerine kurulan Prizren Birliğinin öncülerindendir. Arnavut milliyetçisi olınakla birlikte Arnavutluk’un Osmanlı ittihadı içinde güçlenip yaşayacağına inanmaktadır (Birecikli, 97-98.s.). Avlonyalı İsmail Kemal’in II.Meşrutiyet’in ilanından önce 1870-1908 yılları arasındaki siyasi faaliyetleri ile ilgili ayrıntılı bilgi için bakınız: Birecikli, 95-122.s.

Yakup Kadri de Zoraki Diplomat’ta Draç’ın tabii güzelliklerine yer vererek beyaz kumsalından, berrak denizinden, yeşil tepelerinden bahseder (Karaosmanoğlu, 67.s.). Draç ile Tiran arasındaki yolda kendisini Ege’de gibi hisseden yazar, “Hafif inişler yokuşlar, serin derecikler, sağlı sollu kiline küme korular, beyaz badanalı evleriyle küçük küçük köyler, bana hep çocukluğumun geçtiği o yerleri hatırlatıyordu” (Karaosmanoğlu, 68.s.) diyerek coğrafyanın güzelliğinin kendi ruhundaki tesirini tarife çalışır. Ayrıca yol boyunca rastladığı köylülerin samimi tavırlarına, temiz ve düzgün giyimli olan dış görünüşlerine de değinerek halka dair bilgiler verir. Arnavut halkının yakınlığı karşısında Arnavutluk’a hemen ısınan yazar, gezip gördüğü şehirleri Anadolu şehirleriyle özdeşleştirerek iki ülke arasında bağlantılar kurar:

“Tiran değil ama, İşkodra, Berat, Elbasan, ve hatta bizim ‘Akçalıisar’ adını verdiğimiz meşhur İskender Bek’in köyü ‘Kuriya’, sanki çocukluğumun geçtiği Manisa’nın bir kazası veya nahiyesi idi. Yalnız, kerpiçten beyaz badanalı duvarları, ufacık bir delikten aşağı sarkıtılınış sicimlerle açılan kapıları ve cumbaları ve pencerelerinin kafesleri; yalnız, sokaklarının kaldırımları ve avlularının içindeki çeşmeleriyle değil; buralarda oturanlarla tıpkı tıpkısına Manisa’yı, Alaşehir’i, Akhisar’ı andıran Osmanlı kasabaları “(Karaosmanoğlu,90.s.). 

Esat Toptani ‘nin kızkardeşinin evine misafir olan yazar, gördüğü ilgiyi, samimiyeti, izzet-i ikramı anlatarak Arnavutların misafire yakınlığını Anadolu insanının misafirperverliğine benzetir (Karaosmanoğlu, 91.s.). Tiran dışındaki kasabaları “Anadolu’nun eski taşra hayatı” olarak tanımlamasına karşın, Tiran’ı ise “modernize olmağa çabalayan bir Batı Anadolu kasabası” (Karaosmanoğlu, 69.s.) olarak adlandırıp şehrin genel görünüşü ve şehirleşme hızıyla ilgili bilgiler sunar, ayrıca yazılarında ikamet ettiği elçilik binasını da tanıtır.

Arnavutluk coğrafyası tabii güzellikleri ile Ekrem Bey’in, Ahmet Şerifin, İsmail Kemal Bey’in, Yakup Kadri’nin ve Kazım Nami Duru’nun eserlerinde detaylı bir şekilde ele alınmıştır. Yazarlar coğrafyanın yer şekillerine, iklim ve bitki örtüsüne kendi gözlemleri çerçevesinde yorumlar yapmıştır.

Arnavutluk’un Kültürel Yapısı

Anı türündeki bu eserlerde Arnavutluk’un coğrafi yapısı ve Arnavut halkının karakteristik özellikleri dışında ülkenin kültürel öğelerine ve halkın sosyal hayatına dair ayrıntıların da ön planda olduğu gözlemlenmektedir.

Eserlerde hem tarihi-turistik mekanlarla, hem gelenekler ve göreneklerle, hem sosyal hayatı yansıtan eğlence anlayışı ve yemek kültürüyle Arnavutluk’un folklorik değerlerine yer verilmiştir.

Tarihi ve Turistik Mekanlar

Yazarlar, tarihi ve turistik mekfuıları ele alarak Amavutluk’u tüm yönleriyle tanıtmayı hedeflemiştir. Ülkenin tabii güzellikleri ve tarihsel dokusuyla ünlü yerler anılara konu olmuştur.

Ekrem Bey’in eserinin “Arnavutluk’a Geri Dönüş” bölümünde şehrin tarihi dokusunu yansıtan turistik mekanların adına rastlanmaktadır. Yazar, etnolojik ve arkeolojik açıdan ilginç bulduğu Kurvelesh bölgesini anlatırken Gusmar, Golem, Progonat civarında görülebilen Bizans dönemine ait kalıntıların araştırılması gerektiğini düşünür. Nivice köyünün üst tarafında yer alan “Qytez” (Küçük Şehir) adıyla anılan küçük bir yaylada bulunan tarihi kalıntılarla ilgili bilgi de verir (Ekrem Bey, 196.s.).

Ekrem Bey’in eserinde Arnavutluk’un mimari anlayışını örneklendirecek parçalara da rastlamak mümkündür. Vardar Vadisi’nin çıkışında bulunan Bardovci Sarayı’ndan övgüyle söz eden yazar; bu mimari yapının 18. asır Türk-Balkan yapı sanatını ustalıkla yansıttığını düşünür:

“Etrafı çok sayıda savunma kulesinin sıralandığı bir duvarla çevrili olan üç katlı saray, dört hatta beş katlı kuleleriyle iç avluda, güzel bir bahçenin ortasında bulunuyordu. Zemin kat güzel, kesme taşlardan, üst katlar ahşap ve (bağdadi veya çatma tabir edilen) harçtandı. İçi ve dışı dikkate şayan motiflerle bezeliydi. Canlı renkli dış süslemeler 15. asır Floransa yapılarını, odalarla salonların -şatonun 30 odası vardı- iç süslemeleri ve oyma işlemeli ahşap kısımları Bizans -Balkan sanatını çağrıştırıyordu. Burada Debreli ustaların çalıştığı belliydi. Ne yazık ki bu ustalar kendileriyle aynı kıratta halefler yetiştirmemişlerdi” (Ekrem Bey, 291.s.).

Yazar, geç dönem Bizans yerleşimi olan antik bir köyün (villa) büyütülmesiyle oluşan Taragjas’ın civarındaki tarihi kaleye de değinir. 1600’lü yıllarda korsan saldırılarıyla terk edildiği düşünülen Kalaja Gjomoçarit adlı bu kalenin tarihi, Bizans dönemine dayanmaktadır: “Köyün altındaki sahilde, Kalaja Gjomoçarit (Gjon Boçari) adı verilen terk edilmiş (içinde kimsenin oturmadığı 40 ya da 50 taş kulübe bulunan dairevi surlarıyla) bir kale bulunuyordu. Sur kalıntıları Bizans dönemine, evler ise Türk
dönemine aitti” (Ekrem Bey, 209.s.). Arnavutluk’un mitolojik karakterli Glase Bumu civarında bulunan yazıtlarda 2000 yıllık denizcilik tarihinin önemli vesikalardır. Taşa kazınmış yazıtların bulunduğu dev bir kaya duvarındaki dilek, adak niteliğindeki yazılar halkın inanışlarını yansıtması açısından oldukça önemlidir. Bu tehlikeli alanda denizcilere yardım etmesi için “Yunan rüzgar Tanrısı Aeolos”a, “Arnavutların kötü  deniz cini Mem Lubija”ya ve bir Hristiyan azizine adanmış dilek ve rica bölgenin tarihsel güzelliklerinden birini teşkil eder (Ekrem Bey, 198.s.).

Dini Ritüeller ve Bektaşilik

Arnavutların dini inançları ve inançlarım sergileme şekilleri de kültürel değerler arasındadır. Ülkede Bektaşilik tarikatına mensup olanların hem giyim kuşamları, hem ayinleri, hem de dua ve deyişleri folklorik nitelik göstermektedir.

Ekrem Bey Amavutluk’un dini ritüellerini anlatırken bölgenin kültürel değerlerine de telmihte bulunur. Dinsel çeşitlilik açısından yoğun bir bölge olan Arnavutluk’ta pek çok dine mensup insan vardır. Amavutluk’un Dukat bölgesi ele alınacak olursa; 2150 Müslüman, 240 Hristiyan birlikte yaşamaktadır ve farklı görüşlere sahip olan bu halk oldukça kaynaşmış durumdadır.

Yörenin İslamiyet’i kabul etmesi de yine bir rivayete dayandırılmaktadır. 16. asrın ortalarında olduğu tahmin edilen bu rivayete göre, halkın İslamiyet’i seçmesinde bir dervişin büyük rolü olmuştur. Papaz ile dervişin girdikleri iddia neticesinde derviş uçurumdan atladığı halde sağ kalınca halk da bu mucize
karşısında İslamiyet’i seçmiştir.

Halkın İslamiyet’i seçmesini sağlayan hikaye şu şekildedir: “İnsanlar dağ deresinin yatağındaki çakıllı alanda toplanmışlar. Aralarında köyün Ortodoks papazı da varmış. İki din adamı arasında çıkan tartışmada, hoca, kendi inancının üstünlüğünü bir Tanrı hükmü ile ispatlamaya hazır olduğunu belirtmiş. O ve papaz (bugün hala ‘Hoca’nın Kayası’ [‘Shkembi’] diye anılan ve dere yatağının 40 m. üstünde olan) kayanın üzerine çıkacak ve kendilerini boşluğa bırakacaklarmış; hangisi sağ kalacak olursa, bölge halkı onun inancım kabul edecekmiş.

Papaz bu saçmalığa gülmüş ve Tanrı’nın delirmiş insanlarının saçmalıklarıyla uğraşamayacağını söylemiş! Hoca ise pes etmemiş; orada bulunanların tümünden, bu mucize gerçekleştiği takdirde, topluca İslamı kabul edecekleri sözünü alınış. Sonra kayaya çıkmış, dua etmiş, Allah’a yakarmış ve boşluğa atlamış. Harmanisi ve cüppesi bir paraşüt misali açılmış olmalı ki, havada yavaşça salınarak yere inmiş! Dukat ahalisi sözünü tutmuş ve topluca İslama geçmiş. Sadece o gün Avlonya’da bulunmayıp bu mucizeyi kendi gözleriyle görmemiş olanlar, atalarının inancına sadık kalmışlar” (Ekrem Bey, 208.s.).

Yazarın da belirttiği üzere Anadolu ve Balkanların Müslüman olmasında önemli etkisi olan dervişler, bir Balkan ülkesi olan Amavutluk’un İslamlaşmasında oldukça etkili olmuşlardır: “Dervişler daha Osmanlı birliklerinden önce Balkan ülkelerine ayak basmış ve faaliyetleri sayesinde (Bulgaristan’da Deliorman; Arnavutluk’ta Tetovo [Kalkandelen]; Yanya’da Şeyh Hakinı Tekkesi) Türklerin fetih hareketi esnasında büyük faydasını gördükleri pek çok kişiyi İslama kazandırımşlardır” (Ekrem Bey, 208.s.).

Arnavutluk’ta tekke ve tarikatların İslamiyet’e yönelişte büyük katkıları olduğunun altını çizen Ekrem Bey; bu hususta Bektaşi tekkelerini özel bir yere koyar. Amavutluk’un bağımsızlık hareketinde Bektaşi tekkelerinin büyük desteği olduğunu da belirtir. Zira tekke ve dervişlerin 19. asırda  Sultan II. Mahmut’un yeniçeri ocağını kapatmasıyla büyük bir darbe alan Bektaşi mensuplarının pek çoğu Arnavutluk’a kaçarak Osmanlı İmparatorluğu’na karşı düşmanca bir tutum almıştır; bu sebeple Arnavutların bağımsızlık hareketlerine de yardımcı olmuşlardır (Ekrem Bey, 290.s.).

Bilinmeyen Arnavutluk’ta Yılmaz Çetiner, Arnavutluk’un İslamlaşmasında tımar sisteminin rolünü anlatır. 15. asırdan sonra Arnavutluk aristokrasinin tımar kadrosuna alınmasıyla İslamiyet’in kolaylıkla yayıldığını ve toplumlar arasında sosyal-kültürel kaynaşmanın baş gösterdiğini söylemektedir.

17. yüzyılda Papa, yaşanılan krizlerden faydalanarak toplumu Katolik yapmaya uğraşsa da başarılı olamaz. Öyle ki yazar, 1960’larda yaptığı bu gezide Arnavutların yüzde yetmişinin Müslüman olduğunu
vurgular (Çetiner, 1 l.s.).

Çetiner; eserinin “Bektaşi Arnavutlar Arasında Neler Gördüm, Bektaşi Dedeleri Vergi Ödemiyor, Bektaşiliğe Kabul Ayini Nasıl Yapılıyor?, Bazı Bektaşi Duaları” bölümlerinde ise Arnavutluk’taki Bektaşilik tekkelerini geniş bir çerçevede ele almaktadır. Bektaşilik tarihinden Bektaşilerin giyim kuşarnlarına, okunan dualardan yapılan ayinlere kadar Bektaşiliğe dair her şeyi
gözlemleri vasıtasıyla yansıtır. Tiran’ın en büyük Bektaşi Tekkesi’nin Şeyhi Tepedenli Fehmi Dede’nin ağzından Bektaşilik’i anlatıp bu inanç sisteminin temelinin yedi prensipten “aşk, insanlık, iyilik, adalet, hürriyet, müsavat, çalışmak” meydana geldiğini söyler. Aşk kavramı ile “insanlığa, hayata duyulan aşk” kastedilmektedir. Bektaşilik’in tarihinden de uzun uzun balıseden yazar, Bektaşi dervişlerin Arnavutluk’a 18. yüzyılda geldiğini belirtir:

“Bektaşilik, Osmanlı fütühatıyla Balkanlara geçmiş, Tuna boylarından Arnavutluk’ a kadar kurulan tekkelerde müslümanlıkla birlikte yayılmış ve yerleşmişti. Bilhassa 18. ve 19. asırlarda Arnavutlukta, Epirde Bektaşiliğin İslfunlaştırma faaliyetlerini devam ettirdiği görülüyor” (Çetiner, 65.s.).

Dünyada bir buçuk milyon Bektaşi varken bunların büyük bir oranı; 120 bini Arnavutluk’ta yaşamaktadır. Arnavutluk’taki Bektaşilerin vatanperver insanlar olduğunu da anlatırken partizan savaşında büyük yararlılıklar gösterdiğini, sosyalizm için büyük faydalar sağladıklarını söyler.

Bektaşi tekkesini tasvir eden Çetiner, Arnavutluk;ta Bektaşilere gösterilen saygıyı ve müsamalıayı da ele alır. Hükumet tarafından desteklenen Bektaşi tekkelerinden devlet vergi dalıi alınamaktadır. Bektaşiler de hükfımete olan bağlılıklarını her fırsatta dile getirmektedir (Çetiner, 69.s.). Bektaşilik ayinlerine de
katılarak bade içip dualar eder ve öğrendiği her şeyi okuyucusuyla paylaşır.

Yazar, kendi deyimiyle Tiran’ da dünya Bektaşilerinin bugünkü liderleriyle tanışarak bu Türk tarikatı üzerine detaylı tetkiklerde bulunmuş, Arnavutluk’ta faaliyet gösteren Bektaşi tekkelerini okuyucuya tanıtmıştır.

Hatıraların pek çoğunda dini ritüellere ve Bektaşi törenlerine detaylı bir şekilde yer verildiği görülmektedir. Özellikle Bilinmeyen Arnavutluk’ta dini-kültürel bir kurum olan Bektaşilik konusu hususi bir yer işgal etmiş ve Bektaşi törenleri uzun uzun anlatılmıştır.

Sözlü Kültür (Halk Dansları, Şarkılar ve Efsaneler)

Halk dansları, masallar ve efsaneler Arnavutların kültür tablosunun en önemli motiflerini teşkil etmektedir. Nitekim hatıralarda da milli benliği oluşturan sözlü kültür unsurlarına ayrıntılı bir şekilde yer verilmiştir.

Ekrem Bey’in hatıratında folklorik değeri olan birçok sözlü kültür unsuru göze çarpmaktadır. Tragjas köyüne ait bir efsane; Barçala kaynağından akan arazide yaşayan ejderhayı anlatmaktadır. Her yılın ilkbaharında St. Georg gününde ülkenin en güzel kızını seçip bir yıl boyunca alıkoyup yiyen bu ejderha, kendisine eşini vermek istemeyen Ali isminde korkusuz bir şövalye tarafından öldürülür.

Ekrem Bey’in belirttiğine göre Arnavutluk’ta bu tarz ejderha hikayelerinin çoğunlukta olması halkın
şövalyelik ruhuyla ilişkilidir (Ekrem Bey, 209-210.s.).

Arnavutların batıl inançlarına da zaman zaman değinen yazar, yaşadığı bir olaydan hareketle “Lugat”a da değinir. Ekrem Bey’ e göre kökeni eski zamanlardan kalma putperest inançlarına dayanan Lugat adlı
hayali yaratığa inanış o kadar gelişmiştir ki, Lugat’ın babasının, oğullarının ve bir ailesinin dahi olduğuna inanılmıştır. Rivayetlere dayanarak yazar, Lugat’ın dış görünüşü hakkında şu bilgileri vermektedir:

“Lugat aşağı yukarı yetişkin bir domuz görüntüsüne sahiptir -ya da daha doğrusu, içi yağ dolu bir tuluma (kacek) benzer. Ancak ondaki domuz başı vücudnna kıyasla çok küçüktür,  bacakları ufacıktır, küçük kırmızı ateş gözleri ahnnın ve yanaklarının kıvrımlarının arasında neredeyse kaybolurlar. Yürümekte zorlanırlar, ancak karnının üzerinde yuvarlanarak merdivenleri bile çıkar. Derisinin rengi, tıpkı yetişkin bir fare gibi gri-siyahtır. Konuşamaz, sadece homurdanır. Kötüyse -yani lanetli bir Lugatsa (Lugat i malkuar)- kötülük yapar; şakacı bir Lugatsa -iyi niyetli asla olamaz- kötü oyunlar oynar ve arsızlık yapar. İsteklerine asla karşı çıkmamak gerekir, çünkü o zaman tehlikeli olur” (Ekrem Bey, 190-191.s.).

Yazar, Lugat’le ilgili geniş bilgiler aktardıktan sonra ondan kurtulma yöntemi olan ateşle yakına eylemine de değinerek yine Putperest inanışlara gönderme yapar. Ekrem Bey; Güney Arnavutluk halkının dans tutkusundan hareketle Kuç ‘ta izlediği bir savaş dansını da anlatır. Bir halk aşığının bestesine dayanarak hazırlanılan savaş dansını “vahşi ve heyecanlı, aynı zamanda zarif ve hareketli bir dans ve şarkıydı bu” diye nitelendiren yazar, Kuzey Arnavutlarından farklı olarak Güneylilerin savaş şarkılarında, koronun makam ve ritmi tutturana kadar sözleri en az on kez tekrar ederek dans eşliğinde söylediğini aktarır (Ekrem Bey, 312-313.s.).

Ekrem Bey, Lugat konusnna dair şu bilgileri ekler: ” ‘Lugat’ ve yaptığı tatsız şakalara dair batıl inancın İslam diniyle yakından uzaktan ilgisi yoktur. Bu tür batıl inançlar kati surette yasaklanmıştır, ancak Arnavutluk’ta Müslümanlar ve Hristiyanlar arasında yaygındır. Kökeni mutlaka çok eski zamanlardan kalma putperest itikatlarına dayanmaktadır. Ancak bu batıl inanç, ‘Lugat’ın gayet teferruatlı bir sülaleye sahip olmasnn sağlamıştır: Oğulları ejderha-adam (Drangu) olur; onları olağanüstü yetenekleriyle (şiddet düşkünlüğü, cesaret, güç, dayarnklılık vs.) tanımak mümkündür. ‘Drangu’nnn oğlu ise ancak bir ‘Kukudh’ olur, yani tuhaf, şakacı, kötü niyetli bir yaratık. ‘Kukudh’u kıçındaki körleşmiş kuynıktan tanımak mümkündür. ‘Lugat’ ateşte yakılmadığı müddetçe babasının, hatta büyükbabasının koruması altında bulnnur. Ancak bnndan soma aileye ait olur ve ona bir şey yapılamaz. Üçüncü kuşaktan sonra bu kötülük sona erer” (Ekrem Bey, 189.s.).

Gerek musiki, gerek dans, gerekse edebiyat alanlarında sözlü kültür unsurları hatıralarda folklorik değerleri oluşturmaktadır. Bilhassa Ekrem Bey’in eserinde halk dansları ve şarkıları ile efsaneler hakkında bilgiler sunulmuştur.

İktisadi Yapı

Eserlerde Arnavutluk’un kültürel yapısı, coğrafi özellikleri dışında ekonomik yapısı da anlatılmış ve ülkenin manevi değerleri kadar maddi gücü de ele alınarak önemli bilgiler sunulmuştur.

Ekrem Bey, Avlonyalı ailesinin faaliyetlerinden bahsettiği bölümlerde özellikle babasının Arnavutluk iktisadi hayatına katkıları hususunda konuşur. Ekrem Bey’in babası Süreyya Bey öncesi Arnavutluk’ta tarım sektöründe ilkel yöntemler kullanılmaktadır. Avlonyalı Süreyya Bey ise aile servetini 25 yılda altı katına çıkarmış, üstelik Kanine’ de ilk yağ fabrikasının ve bulıarlı değirmenlerin kurulmasına vesile
olmuştur. Trieste ile olan ticaret hacmini genişletirken orta sınıfın hayat standartlarını yükseltmiş ve Avlonya’yı kültür ve sanat merkezi haline getirmeye çalışmıştır (Ekrem Bey, 36.s.). Süreyya Bey’in modem tarımın gelişmesi için yaptıklarını övgüyle anlatan yazar, döneminin tüın zorluklarına, bu faaliyetleri engellemeye çalışan kıskanç insanlara rağmen onun büyük işler başardığım söyler:

“Bu nedenle babam 1888 yılında tarıından çok iyi anlayan 22 İtalyan-Arnavut ailesini Kalabriya’ dan getirterek, Skrotofine çiftliğine yerleştirmişti. Onları, köylülerin öğrenebileceği modern tarıın teknikleri ni kullanarak, örnek bir çiftlik kurmakla görevlendirdi. Ancak göçmenler ülkede üç yıl bile zor dayanabildiler ( … ) Fakat babamı bezdirmek o kadar kolay değildi. 1891 yılında bir Macar soylusu olan dostu Kont Jmre Keglevich ile anlaşarak, Frakulle, Çerven, Feras, Zhuke, çiftliklerini dokuz seneliğine ona kiraladı. 7000 hektarlık bir kompleks ile fevkalade donatılıp döşenmiş bir çiftlik evi söz konusuydu. Kira olarak bir senede aldığı 2000 Napolyon altını fazla sayılmazdı, ancak babamın amacı bu işten kazanç sağlamak değil, tarımda modernizasyonu desteklemekti. Macaristan’ da Frakulle’ye tarım makineleri, hayvanlar ve işçi aileleri getirildi. Sadece iki yıl sonra da çiftlik Avrupai bir görünüme bürünmüştü” (Ekrem Bey, 50.s.).

Yazar, Avlonyalı sülalesinin Arnavut halkına yaptığı hizmetleri şöyle vurgular: “Babam olmasa, 1903 ila 1908 arası sadrazam olarak görev yapan ağabeyi Ferit Paşa olmasa, 1912-14 yıllarında ilk hür Arnavutluk devletinin başkanı olan yeğeni İsmail Kemal Bey olmasa, 450 yıldan bu yana ülkeye hükıneden Avlonya sülalesinin yıldızı çoktan sönmüş olurdu” (Ekrem Bey, 36.s.).

Yılmaz Çetiner Bilinmeyen Arnavutluk eserinde, geniş bir bölümü halkın sosyal durumu ve ekonomik konumuna ayırır. 1960’ların Arnavutluk’unda halkın giyim kuşamından hareketle ülkenin ekonomik durumuna da değinmiş olur. Yazara göre, Arnavutluk’ta kıyafetleri eskimiş, solmuş, fakir görünümlü insanlar yoktur; fakat lüks giyimli kimseler de bulunmamaktadır:

“Kıyafetler pejmürde değildi. .. Üstü başı lime lime olmuş, pis, yama üstüne yama vurulmuş insanlar yoktu sokaklarda. . . Ama bizdeki en düşük kalite yünlü ve pamuklu kumaşları ile ayakkabılarının orada hiç tereddütsüz ekstra mal olduğunu düşünebilirdiniz. Üstelik fiyatları da yanlarına yaklaşılacak gibi değildi ve ateş pahasıydı… “(Çetiner, 7.s.).

Arnavutluk’un ekonomik gelişimine ve şehirleşme hızına uzun uzun değinen yazar, Lenin ve Stalin heykelleri yanında Rusların yaptığı modem binalar, okullar, fabrikalar ile modem Arnavutluk’u Kral Zogo döneminin Arnavutluk’u ile karşılaştırma imkanı verir:

” ‘Her köyde okul … Her 4 köyde bir Sağlık Merkezi … Doğumundan ölümüne kadar her vatandaşa sosyal sigorta temin ettik. İşsiz insan bırakmadık ortada’ derken, Behar Stula, kendisine vereceğim cevabı biliyormuşcasına, şunları ilave ediyordu:

‘-Önce aç karınlarını doyurmak … Sonra mesken problemini halletmek istedik … Hem şunu itiraf etmek isterim ki; Tiran, ne Paris, ne Londra ne de İstanbuldur … Vaktiyle 40-50 doğru dürüst binadan ibaret olan sadece Kıral Zogo ve dar çevresinin muhteşem bir hayat sürdüğü Tiranı, şu modem hale getirdik … Bir karış yolu olmayan Arnavutluk neydi? Ne oldu? Bunu bilmek lazım? …

Bembeyaz badanalı minareler” (Çetiner, 6.s.).

Yazar, Arnavutluk halkını gözlemleyerek sosyal hayata dair canlı tasvirlerde bulunur. Gördüklerini duyduklarıyla karşılaştıran yazar, halkın dış görünüşünden ve uğraşlarından yola çıkarak ekonomik durumuyla ilgili bilgiler sunar:

“Tiran’ın ara sokaklarını … Adını daha okul sıralarında beri işittiğimiz, hikayelerini, yaşantılarını duyduğınnuz İşkodra, Berat, Elbasan şehirlerini günlerce dolaştım … Beyaz fesli, şalvarlı Müslüman Arnavut köylüleri, yüzü örtülü ve sırtında çocuğunun beşiğini taşıyan kadınlar … Üzerlerine bir ailenin bütün yükü bindirilen eşekler … Anadolu’nun bitip tükenmeyen bozuk düzen yolundaymışım hissini veriyordu bana… Bembeyaz badana edilmiş ve minaresinin tepesindeki ay ve yıldızı muhafaza eden camilere her kasaba, her köyde rastlanıyordu” (Çetiner, 6.s.).

Köylerde tarımsal üretim ve hayvancılık kooperatiflerin elindedir ve ekonomik örgütlenme istikrarlıdır. Köy evlerini gayet bakımlı bulan yazar, Tiran ve diğer şehirlerde ise özellikle dış sıvaları yapılamayan blok apartmanların yükseldiğini söyler.

Çetiner, II. Dünya Savaşı’nın Arnavutluk ekonomisindeki etkilerinden bahsederken 11 Ocak 1946’da Arnavutluk Halk Cumhuriyeti’nin ilanından sonra ülkede başlayan sanayileşme faaliyetlerine temas eder (Çetiner, 27.s.). Tarım ve hayvancılık halkın geçim kaynağıdır. Köy kooperatiflerince desteklenen hayvancılıkta koyun, keçi ve sığır besiciliği ön plandadır. Hayvancılıktan daha popüler olan tarım sektöründe yetiştirilen mahsullerin başında buğday, mısır, arpa gibi tahıllardan gelmektedir:

“Son yıllarda bataklıkların kurutuhnası problemi, bu yakın zamana kadar Arnavutluk halkının en büyük dertlerinden biriydi. . . Adriyatik sabilierinin mutedil iklimli memleketinde tütüo, şeker pancarı, pamuk, pirinç ve zeytincilik için gerekli şartlar vardı. Ancak bugün daba çok buğday, mısır, yulaf ve arpa ekimi yapılmaktadır. Buna rağmen Arnavutluk kendi ihtiyacını karşılayacak durumda değildi” (Çetiner, 45-46.s.).

Tiran’ da şarap sektöründeki gelişmeleri de anlatan yazar; Fransız şarap uzmanı sayesinde Arnavutların hem şarap hem de konyak kalitelerini ıslah ettiklerini ve bu durumun Arnavutluk’a büyük kazanç sağladığını belirtir (Çetiner, 33.s.).

Bu gezide Tiran’a özel bir yer ayırarak tarihinden şehrin ekonomik canlılığına kadar pek çok konuda yorunıda bulunur. 130 bine yaklaşan nüfusu ile iktisadi hayatın en canlı olduğu Arnavut şehri Tiran’ı “Meclis, Üniversite ve parti ile ileri gelenlerinin oturdukları bir bölge hariç Tiran, iyice bir Anadolu şehri gibiydi … Geniş bir meydan etrafındaki cami, Stalinin heykeli ve şimdi saat kulesi olan kiliseyi yan yana görebiliyorsunuz orada … “(Çetiner, 35.s.) sözleriyle betimler.

Dolup taşan meyhaneleri, lokantaları, kalabalık dükkanları ve tıklım tıklım olan camileri, baklava, hamur işi ve ızgara yemekleri ile bir “Anadolu şehri”ne benzetir. Burada onun gözüne çarpan bir diğer husus da Çin mallarının Arnavutluk piyasasını işgal etmiş olınasıdır. Ayrıca sosyalizmin Arnavutluk ekonomisine etkisi de yazarın konusu dahilindedir (Çetiner, 36-37.s.).

Sigorta ve sendikacılık faaliyetleriyle ilgili detaylı bilgiler sunarken sosyal kurum ve kuruluşlara da değinen yazar, vatandaşların sahip olduğu hakları değerlendirir. Sosyal kurumlar açısından da güçlü bir örgütlenme kuran Arnavutluk’ta halk doğumdan ölüme kadar sigortalanmıştır. Hastalanan bir işçiye veya memura sosyal sigortalar iyileşene kadar bakmakta, vatandaşın tedavisi sağlanırken bir sene boyunca maaşının yüzde 75’ini vermektedir. Ayrıca çalışma hızının aksamaması adına kurum ve kuruluşlar da hizmet surırnaktadır. Örneğin aile fertlerinin rahat çalışabilmesi için devlet tarafından
“Marks Bahçeleri” adıyla bir nevi kreşler yapılmış ve ilkokul çağından küçük çocukların bakımı için uygun ortam oluşturulmuştur. Sosyal hayat şartları da masrafları en aza indirgemektedir. Nitekim Arnavutluk’un eğlence hayatı oldukça sınırlıdır, gece saatlerinde hayatın durduğu Tiran’ da en lüks oteller dahi (Dajta) boştur. Halk karın doyurma ve mesken konusu dışında diğer tüm harcamaları lüks saymaktadır (Çetiner, 40-43.s.).

Arnavutluk’un emlak sektöründeki hareketliliğine de sözü getiren Çetiner, Tiran’da gecekondular olınadığını, mesken probleminin büyük oranda çözüldüğünü düşünmektedir. Fakat ev satın alma yaygın değildir, zira pek çok kişi kirayı tercih etmektedir

Yazar, mülkiyet hakkı konusunda şu bilgileri sunmaktadır: “Bir defa mesken problemini aşağı yukarı Arnavutlar. Tiranda ve diğer şehirlerde gecekondular yoktu. Blok apartmanlar inşa ediliyordu her tarafta. Dış sıvaları yapılmayan, bu binalarda kimi kaloriferli kimi kalorifersiz iki veya üç odalı daireler vardı. Kiralar ise gayet ucuzdu. Mesela; üç odalı bir yer 35 !ek, yani aşağı yukarı 3 dolardı.

Esasen 50-60 lekten daha yukarı kira yoktu Arnavutlukta … Devlete ait olan bu blok apartmaların kirasını yine devlet tayin ediyor, kazançlarla mesken bedelini böylece ayarlamış oluyordu.

Ev sahibi olmak yasak değil… Parası olan isterse on tane olsun! Hükümet kredi bile veriyor.
Evet ama; bir ev parası biriktirebilecek kadar fazla kazanan kaç insan vardı Arnavutlukta? Sonra,
çocuğuna miras bırakmanın mümkün olınaru~sı ve hemen yanında başka bir sebep: Kiraların böylesine
ucuzluğu kimseyi ev sahipliğine iştahlandırmıyordu. Çünkü pek az miktarda mevcut olan ev sahipleri de
hükfunetin tayin ettiği kiraların dışına çıkaruıyordu” (Çetiner, 40.s.).

Kari Marks Barajı, Stalin Barajı ve Lenin Hidroelektrik Santrali’ninfaaliyetlerine dair bilgi de veren yazar, ülkenin elektrik üretimini konu alır. Fabrikalar ve üretim alanları, sanayi kuruluşları, madencilik alanındaki çalışmaları da aktarır. Ülkenin yer altı ve yer üstü zenginliklerini tek tek ele alan yazar, ülke ekonomisini geniş bir perspektifte değerlendirir (Çetiner, 56-58.s.).

Hatıraların halkın sadece manevi değerlerini değil, maddi kaynaklarını da ele aldığı gözlemlenmiştir. Yılmaz Çetiner ve Ekrem Bey’in eserlerinde ekonomik hayata dair bilgiler verilmiş, Arnavutların yaşam standartları ve refah düzeyleri gözler önüne serilmiştir.

Sonuç:

Anı türündeki eserlerde Arnavutluk gerek sosyal yapısı, gerek kültürel unsurları gerekse coğrafi güzellikleri ile geniş yer almaktadır. Bunlardan kimisi Arnavutluk’ a içeriden bakışı yansıtan Arnavutların yazdığı anılardır, kimisi de değişik vesilelerle Arnavutluk’ta bulunınuş olan (diplomat, gazeteci, seyyah) yazarların kaleme aldıkları eserlerdir.

Avlonyalı Ekrem Bey, Osmanlı Arnavutluk’undan Anılar (1885-1912) adlı eserinde Arnavutluk bağımsızlık hareketlerine uzun uzun yer verirken İttihatçılarla Arnavut liderlerin ilişkilerini, Bulgar ve Yunan saldırılarını, iki büyük Arnavutluk isyanını da anlatır.  Bağımsız Amavutluk’un kuruluşunda yaşanılanlar adım adım yansıtılırken ülkenin kültürel yapısı, sosyal hayatı, halkın mizacı ve coğrafyanın özelliklerine dair önemli bilgiler de verilir.

Bilinmeyen Arnavutluk adlı eserinde Yılmaz Çetiner, 1966 yılında Arnavutluk’a yaptığı bir geziyle ilgili izlenimlerini aktarır. Sovyet Rusya’nın etkisi altındaki Arnavutluk’un dünden bugüne geçirdiği siyasi gelişmelere bir bakış imkanı sunar. Arnavutlar 1938′ den bu tarihe kadar sayısız savaş ve isyanla uğraşmış, yılların getirdiği yaraları sarmaya çalışmış ve Arnavutluk oldukça yıpranmıştır. Yazar da işte böyle bir dönemde Arnavutluk anılarını kaleme alarak bir nevi “gezi röportajı” halinde yazılarını Cumhuriyet gazetesinde yayımlamıştır.

Kazım Nami Duru; Balkan coğrafyasına yaptığı seyahatin izlenimlerini Arnavutluk ve Makedonya Hatıralarım adlı eseri ile kitaplaştırmış ve eserde hususi bir alanı Arnavutluk’a ayırmıştır. Yazar
belirttiği üzere beş yıl kaldığı Arnavutluk’u karış karış gezmiş, Arnavutların dillerini ve kültürlerini ayrıntılarıyla öğrenmiştir.

İşkodra vilayetinin Şingin’den başka bütün kazalarına, Elbasan, Görice-Korça, Yanya, Luşna ve Avlonya’ya seyahat etme fırsatı bulmuştur. Ayrıca Makedonya’nın iki üç ilçesini ve bunların köylerini de ziyaret Arnavutluk’un kültürel motiflerinin, siyasi ve iktisadi yapısının derinlikli bir şekilde işlendiği eserde; coğrafyaya özgü somut ve soyut pek çok kültürel unsurun anlatıldığı görülmektedir.

Kudret Emiroğlu’nun yayımladığı Arnavutluk’tan Sakarya ya Komitacılık: Yüzbaşı Cemal ‘in Anıları eserinde ise Arnavutluk yaşanılan siyasi ve sosyal kargaşa dolayısıyla ele alınır. Bir kuşağın meçhul militanlarından olan Cemal; Balkan; I. Dünya Savaşlarını görmüş, daima çete içinde yer almıştır. Anılarını ise 193 738 yılları arasında, bir yılda yazıp tamamlamıştır. Bu anılarda anlatılan olaylar Osmanlı döneminde Balkan Savaşları öncesi Balkanlarda başlayan etnik ayaklanmalar neticesinde ortaya çıkan komitacılık faaliyetleriyle Arnavutluk iç savaşını ihtiva eder. Emiroğlu’nun, kitabı sunarken belirttiği gibi Arnavutluk tarihi, bağımsızlık mücadelelerinin verildiği dönemden sonra ilk defa Cemal’in anılarında yer almıştır.

Yüzbaşı Cemal, bizzat siyasetin ve savaşın içinde bulunurken Yakup Kadri ise onun bıraktığı yerden çok sonra 1934 ‘te Zog dönemini anlatarak Arnavutluk’u ele alır. Yakup Kadri’nin Zoraki Diplomat’ında Tiran’ın siyasi ve günlük hayatının anlatılması eşliğinde Arnavutluk manzaraları resmedilmektedir.

İsmail Kemal Bey’in hatıratında Balkan kargaşası, Arnavut isyanları ve Arnavutluk’un kurulması detaylı bir şekilde anlatılırken Ahmet Şerif de Arnavut isyanlarına eğilmiş, aynı zamanda Arnavutluk’un kültürel değerleri, sosyal hayatı ve coğrafi güzellikleriyle ilgili dikkat çekici gözlemlerde bulunmuştur.

Bu bildiride gazeteci, asker ve diplomat kimlikli yazarların bakış açıları doğrultusunda anı kitaplarından hareketle Arnavutluk’un fiziki, iktisadi ve kültürel coğrafyası incelenmiş, tarihsel geçmişi anlatılmış, halkın mizacına dair yorumlar yapılmıştır.

HAZIRLAYANLAR

Prof. Dr. Abide DOGAN
Bahanur GARAN’

BİLKENT ÜNİVERSİTESİ & TİRAN ÜNİVERSİTESİ
25-28 EYLUL 2013 TİRAN – ANKARA

KAYNAKLAR

Ahmet Şerif (1999) Arnavudluk’da, Suriye’de, Trablusgarb’de Tanin, C. II., Yay. Haz. Mehmed Çetin Börekçi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.
Avlonyalı Ekrem Bey (2012) Osmanlı Arnavutluk’undan Anılar, İletişim Yayınları, İstanbul.
Avlonyalı Süreyya Bey (2010) Osmanlı Sonrası Arnavutluk, Klasik Yayınları, İstanbul.
BİRECİKLİ, i. Burak (2009) “Avlonyalı İsmail Kemal Bey’in Siyasi Faaliyetleri (1870-1908)”, Gazi
Akademik Bakış Dergisi, C. 3, S. 5 (Kış 2009), 95-122.s.
ÇETİNER, Yılmaz (1966) Bilinmeyen Arnavutluk, İstanbul Matbaası, İstanbul.
DURU, K. Nami (1959) Arnavutluk ve Makedonya Hatıralarım, Sucuoğlu Matbaası, İstanbul.
İsmail Kemal Bey (2009) İsmail Kemal Bey’in Hatıratı, Çev. Adnan İslamoğulları ve Rubin Hoxha, Tarih
Vakfı Yurt Y aynıları, İstanbul.
ÖZBAY, Murat (2012) “Kazım Nami Duru’nun Tiran Ve Berat’taki Eğitim Hizmetleri”, Beder
(Tiran/Arnavutluk) Üniversitesi Uluslararası Dil ve Edebiyat Sempozyumu: Türk-Arnavut Kültüründe
Ortak Yönler, Yayımlanmış Sempozyum Kitabı, 147-154.s.
Yüzbaşı Cemal (1996) Arnavutluktan Sakarya’ya Komitacılık: Yüzbaşı Cemal’in Anıları, Yay. Haz.
Kudret Emiroğlu, Kebikeç Yayınları, Ankara.
KARAOSMANOGLU, Y. Kadri (2010) Zorakı’ Diplomat, İletişim Yayınları, İstanbul.

Benzer Yazılar

Şemseddin Sami’ye Göre Arnavutların Kökeni

Pelasglardan İlliryalılara Arnavutlar Kimdir?

Bir Zamanlar Kosova