Şemseddin Sami (Sami Frasheri)

Arnavut literatüründe Sami Frashëri olarak tanınan ve 19. yüzyılın son yıllarında Balkan milletlerinin gerek siyasal gerek kültürel faaliyetlerinin gelişmesi ve tamamlanmasıyla birlikte Arnavut halkının milli bilincini oluşturmak ve yaygınlaştırmak amacıyla katkılarını esirgemeyen Şemseddin Sami, bıraktığı eserleri sayesinde 20. yüzyılın ilk yıllarında bağımsızlığını kazanıp kurulacak olan Arnavutluk devletinin eğitim, kültür ve siyasî platformlarında önemli bir etki yaratacaktı.

Sami’nin dil gelişimine verdiği önemi anlamak açısından yaptığı lügat çalışmalarını ve dil üzerinde çeşitli mecmualarda (gazete ve dergi) yayınladığı makale ve yazılarını incelemek yeterli olabilir. Sadece bir iletişim unsuru olarak görmeyip dönemin siyasi ve kültürel değişimlerinin farkında bir alim olarak, dili etnik bir kökene dayandırabilme teşebbüsünde bulundu. Ona göre milleti oluşturan temel unsurlardan bir tanesi de dildir. Öğrendiği yabancı lisanlar sayesinde, dil alanında yaptığı araştırmalarda kaynak kullanma yelpazesini daha da fazla genişlettiğini ve Osmanlı Devleti’nin dışında gelişmekte olan farklı edebiyat, sanat, bilim ve kültür disiplinlerini takip etme ve kavrayabilme yeteneğini geliştirdiğini söylemek mümkündür.

Yazdığı eserlerin çoğunluğu Türkçe olmasına karşın, anadili olan Arnavutça’nın da yapısallaşma ve yaygınlaşma sürecinde yapılan çabalara katkıda bulunmaktan kendini alıkoymamıştır. Türkçe yazdığı eserlerin değerleri daha evrensel boyutta olurken, Arnavutça olanlar daha çok eğitim, pedagojik ve siyasî bir değer taşımaktadırlar.

Sami’nin faal olduğu döneme bakacak olursak hem Arnavutların millî bilincinin hem de Arnavutça dilinin gelişiminin emekleme evresinde olduklarını görebiliriz. Bu açıdan bakıldığında, bu iki unsur birbirlerinin faaliyetlerini etkilemiştir. Bunları tetikleyen koşullar ise Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu ekonomik ve jeo-politik durumudur. Rus savaşından yenik çıkan Osmanlı Devleti ve ardından yapılan antlaşmalar, Arnavutlar arasında tedirginlik yarattı. Osmanlı Devleti’nin himayesi altında bulunan Arnavut vilayetlerini kaybetmeye doğru gittiğini gören bir avuç aydın da tehlikenin farkına vararak hareket etmeye başladılar. Bunlar arasında Frashëri kardeşler de (Abdül, Naim ve Sami) vardır. Bu üç kardeşin faaliyeti ilerideki yıllarda oluşacak olan millî bilincin ve ideolojinin temel taşlarından birisini oluşturacaktır.

Şemseddin Sami’nin kurucu üyesi olduğu ve yönetimini üstlendiği nam-ı diğer “İstanbul Cemiyeti” olan bu cemiyet, yine kendisinin hazırladığı Alfabe çalışması sayesinde Arnavut filolojisinde büyük bir etki bırakmıştır. “İstanbul Alfabesi” olarak yaygınlaşan bu alfabe çalışması, Latin, Yunan ve Kiril harflerini barındıran karma bir şekliyle ortaya atılmıştı. Yeni alfabe sayesinde artık Arnavut kültür ve edebiyatı kendini ifade etme yöntemini keşfetmiş, yukarıda da bahsettiğimiz millî bilincin ilham kaynağını oluşturmuştu.

Alfabenin dışında yine pedagojik bir değeri olan Arnavut dilinin gramer (Shkronjëtore e Gjuhës Shqipe) kitabı ile coğrafya (Dheshkronjë) kitabı da vardır. Sami’nin gelecek ile alakalı ilerici fikirleri “Arnavutça” ve “Arnavutluk” bilincinin şekillenmesiyle başlar.

Gramer çalışması sayesinde, artık sadece okuyup yazmakla değil, dili geliştirmek ve belli bir dilbilgisi kural dizesi içerisinde, halkın daha kolay benimsemesi ve aktarması bakımından yapılan önemli bir çalışma olarak karşımıza çıkıyor. Coğrafya kitabının ise sadece eğitim amaçlı değil, halkı bilinçlendirme amacıyla da yapıldığını söyleyebiliriz. Arnavutluk’un sınırları ve yüzeysel yapısını da konu alan bu çalışma, Arnavutları, vatanlarının yüzölçümü ve genişliğini dile getirerek bilinçli bir biçimde müdafaa yapmaları konusunda fikir sahibi yaptı.

Şüphesiz ki Şemseddin Sami’yi ulusun vazgeçilmez bir değeri konumuna yerleştiren eser Arnavutluk Ne idi, Nedir ve Ne Olacak? adlı abidevi çalışmasıdır. Osmanlı Devleti’nin aydın bir siması olarak devletin gidişatını öngören Sami, Arnavutluk’un hangi şartlar altında kalacağını da sezebilmiştir. Arnavutça yazdığı eserlerin bir “finali” niteliğinde olan bu eser Arnavutlara geçmişten feyz alıp bulundukları konumu netleştirerek, gelecekteki yılların getireceği zorlukları aşabilmeleri için yüzyıllarca oluşmuş boşlukları doldurma yöntemini göstermektedir. Özellikle eserin üçüncü kısmında gelecekteki Arnavutluk devletinin kamusal işleyişinin neredeyse tüm detaylarını çıkartmıştır.

1912 yılında bağımsızlığını kazanan Arnavutluk, modern tarihi boyunca devlet yapısı oluşturup devamlılığını koruma mücadelesinde, Sâmi’nin miras bıraktığı bu “tezi” uygulama fırsatını arayarak, entelektüel kesim tarafından gerek kitaplarıyla, gerek makaleleri ya da yazılarıyla sık sık zikredilecektir. Şemseddin Sâmi ve onun yazdığı eserleriyle ilgili süreli yayınlarda çıkan birçok yazı ve makalelerin yanında, hakkında yazılmış kitaplar da bulunmaktadır.

Şemsettin Sami’nin eserlerindeki ve çalışmalarındaki fikirlerini daha net ve doğru anlamak için yaşadığı ortamı ve bulunduğu koşulları bilmemizde fayda vardır. Sadece kendisinin değil dönemin siyasi-toplumsal olaylarının da göz önüne alınması gerekir. Osmanlı egemenliği altında bulunan Arnavut vilayetlerinin mücadelelerini sürdürdükleri bir dönemde çıkan tüm edebî, kültürel, siyasal, tarihsel hatta ekonomik konulu her türdeki Arnavutça yazı ve eserin temel amacı ulusal davaya hizmet etmektir.

Kendi hakları için sürekli mücadele eden Arnavut milleti, gelişen dünyanın ve zamanın şartlarına ve koşullarına uygun, organize bir şekilde ve bir yönlendirme içerisinde olması gerektiği gerçekliğini kabul edip yoluna devam etmek konusunda milletin aydın kesimine güvenmişti. Bu kesimin içerisinde Frashıri kardeşler ve özellikle Osmanlı kamuoyunun entelektüel ve düşünürleri arasında tanınan Şemsettin Sami de yer alıp, aktardığı fikirleri Arnavut Ulusal Rönesans döneminde büyük bir etki bırakmıştır.

Sami’nin dil üzerindeki çalışmalarında, Arnavutçayı tamamen diğer dillerden arındırmak ve tek bir alfabeyle onu bir sisteme oturtup yazılmasını sağlamanın aciliyetinin farkına varmıştı. Bunu istemesinin temel sebebi ise coğrafî olarak farklılıklar gösteren Arnavut toplumunun ayrımcılığa yol açacak herhangi bir unsurdan etkilenmemesi yönündeki fikridir.

Arnavutluk’a yaptığı kültürel ve siyasî faaliyetteki katkıları, sadece Osmanlı Devleti’nin geniş kamuoyu ile sanatsal, kültürel, bilimsel ve edebî kesimini değil Arnavutlar’ın aydın dünyasını da etkilemiştir. Tabii edebî eserlerinin evrensel değerlerini de bir yana atmamız doğru olmaz. Besa Yahud Ahde Vefa piyesinde kurgusal yapının temelinde Arnavut örf ve Adetlerini işlemesine rağmen dönemin toplumsal sorunlarını da ele alarak, köylü kesiminin derebeylerden artık korku duymamasını ve kendi mutluluğu için kurtuluş yolunu kendisinin bulması gerektiğini de dile getirmiştir. Aynı zamanda kırsal kesimde yaşayan köylü kitlelerinin sıradan yaşantısından kesitler vermeyi ihmal etmez, sıradan insanların içlerinde barındırdıkları çalışkanlık duygusunu da vurgular.

Bunun dışında “Cep Kütüphanesi” serisinde yer alan “Kadınlar” adlı eserde vurguladığı sorunlar günümüzde dahi devam etmektedir. Eserin yazıldığı yer ve dönemine göz attığımız zaman, tabir caizse kadını halen bir alışveriş unsuru olarak gören bazı kesimlerin mevcut olduğu bir ortamda, kadının eğitimini, sosyal alanda gösterebileceği kabiliyetlerini, annenin eğitilmesi durumunda çocuklarda ve sosyal hayatta oluşacak olumlu yanlarını, hatta bazı durumlarda kadınların erkeklerle kıyaslandığında daha kabiliyetli olduklarını, kapalı sayılabilecek bir toplumda dile getirmek, ancak Şemseddin Sami gibi bir fikir adamının sahip olduğu bir cesaret gerektirir.

Arnavutların mücadeleci ruhunun Şemseddin Sami’yi derinden etkileyerek, onun ilham kaynağını oluşturduğunu söylemek şüphesiz ki yerinde bir tespit olabilir. Şemseddin Sami’nin eserine bakılırsa 3. Bölümdeki “Ne Olacak?” sorusuna verdiği cevaplar ise bir miras tarzındadır. Onun çalışmalarındaki hedef hiçbir zaman kişisel menfaati değil, toplumun ortak menfaatidir. Arnavutluk halkının konsolide olma yolundaki çabalarla ele aldığı yazılarına göz atacak olursak bazen doğrudan, bazen de dolaylı yoldan fikirlerini yazdığını görüyoruz. Diğer taraftan ise Osmanlı Devleti’nin kamuoyuna sunduğu üretkenliğin sadece dilbilimsel, sosyal, edebî ve felsefî yöndeki sorunlarının çözümüne odaklı olmasına rağmen toplumunun demokratikleşme ve Osmanlı İmparatorluğunu mevcut durumda kurtarma, özellikle onu kemiren milletlerin isteklerinden kurtarma gibi ilüminist karakterli bir hedefi ortaya atmıştı. Prof. Kristo Frashëri’nin de belirttiği gibi, Sami’nin her iki kültürdeki faaliyetlerinin aslında birbirlerini olumlu yönde etkilediklerini söylemek mümkündür

Şemseddin Sami’nin Hayatı, Doğumu ve Ailesi

Arnavutluk’ta Sami Frashëri olarak tanınan Şemseddin Sami, 1 Haziran 1850’de Yanya (Janinë) vilayetinin Ergiri (Gjirokastra) sancağına bağlı Pırmet (Përmet) kazasının Fraşıri (Frashëri) köyünde doğdu. Babasının ismi Halid Bey, annesinin ise Emine Hanım’dır.

Halid Bey’in büyük babası tımar beyleri neslinden olan Durmuş Bey, Berat’tan Fraşıri’ye gelip yerleşirken, annesi Emine Hanım’ın soyu ise İmrahor İlyas Bey’e dayanmaktadır. Halid Bey’in ve Emine Hanım’ın ölümünden sonra, ailenin büyük oğlu olan Abdül Bey (Abdyl Frashëri) kardeşlerine bakmak zorunda kalarak, tüm ailesini alıp 1861’de Yanya’ya taşınır.

Fraşıri Ailesi

Toplam sekiz kardeş olan Fraşıri ailesi şöyle sıralanmaktadır: Erkekler Abdül (1839-1892), Şerif (1843-1874), Naim (1846-1900), Sami (1850-1904), Tahsin (1853-1876), Mehmet (1856-1918); kızlar ise Nefise (1841-1894) ve Şahinisa (1848-1871) adlarını taşımaktadırlar.

Abdül Fraşıri (Abdyl Frashëri)

Abdül (1839-1892), ailenin en büyüğü olup Osmanlı Devleti’nde memuriyet görevini icra etmeden evvel ticaretle uğraşıyordu. 1877 yılında gümrük sorumluluğuna atandı ve yine aynı yılda Türk Parlamentosu’nun bir üyesi (Osmanlı Meclisi’nin bir mebusu olarak seçilir. Prizren Birliği sırasında etkili bir faaliyet gösteren Abdül Bey, Birliğin dağılmasından sonra bile Sulejman Vokshi (Süleyman Vokşi), müderris Omer Efendi (Ömer Efendi) ve daha birçok dağ aşiretlerinin reisleri ile birlikte Babıâli’ye karşı mücadele yolunda yeni güçler oluşturma çabalarına devam ettiler. Onun mücadeleci ruhu, vatanseverliği ve kurumsal kabiliyetleri, bir Arnavut olarak hissettiği gurur duygusu ve insancıl özellikleri sayesinde Prizren Arnavut Birliği’nin devrim niteliğindeki fırtınayı kendi omuzları üzerinde tutan kitleleri tarafından Arnavutluk Emiri olarak anıldı.

Naim Fraşıri (Naim Frashëri)

Şemsettin Sami’nin diğer büyük kardeşi olan Naim (1846-1900) ise, Arnavutluk’un “millî şairi” olarak değerlendirilir. O da kardeşi Sâmi gibi Yanya’daki “Zosimea” Lisesi’nde okudu ve Batı sistemine uygun klasik eğitimin temel bilgilerini aldı. Onun sayesinde Arnavutluk’un edebiyat ve kültürel tarihinde yeni bir dönem başladı. Eserleri bir temel taşı niteliğindedir.

Naim toplam yirmi iki eserin sahibidir: 4 tanesi Türkçe, 1 tanesi Farsça, 2 tanesi Yunanca ve 15 tanesi de Arnavutça. Bunların arasından ayrı bir yere sahip olan ve “Virgilius’u hatırlatan, dağlık olan yurdundan görüntü ve imge dolu 450 dizelik pastoral bir şiir olan Bagëti e Bujqësi’dir (Tarım ve Hayvancılık)” Bu şiirin Arnavut milleti arasında yaygınlaşma sebebini şu iki dizeden anlayabiliyoruz:

“Ti, Shqipëri, me ep nderë, më ep emërin Shqipëtar,
Zëmrënë ti ma gatove plot me dëshirë dhe me zjarr.”

(Sensin, Arnavutluk, beni onurlandıran, beni Arnavut diye tanıtan,
Sensin coşku ve ateşle yüreğimi dolduran.)

Naim’in “milli bir şair” olarak nitelendirilmesinin sebebi şiirlerindeki siyasi sosyal, felsefî ve dinî fikirleridir. Tüm bunlar Arnavutlar’ın millî bir bilince ulaşma çabalarında manevî destek sağlamıştır. 7 Ekim 1900 yılında Naim Bey hayatını kaybetti.

Mehmet Fraşıri (Mehmet Frashëri)

Mehmet (1856-1918), ailenin en küçük kardeşi olup, ağabeylerinin izinde ilerlemiştir. İstanbul’da çıkan, üç sayfası Arnavutça, dört sayfası Türkçe olarak yayınlanan Besa gazetesinin (1908) müdürlüğünü yapmıştır.

Diğer kardeşleri ise önemli görevlerde ya da faaliyetlerde bulunmamışlardır.

Mithat Fraşıri (Mithat Frashëri)

Arnavutluk’un milliyetçi simalarından ve Frashëri ailesine mensub bir diğer şahıs ise Sâmi’nin üvey oğlu ve aynı zamanda yeğeni olan (Belkıs Hanım ile Abdül Bey’in oğlu) Mithat Frashëri’dir (1885-1954). Babasını beş yaşındayken tanıyan Mithat, onun izlerini takip ederek millî meselerle çok yakından ilgilenecektir. II. Dünya Savaşı’na dek çeşitli siyasî faaliyetleri sürdürüp bürokratik görevler de üstlenmiştir.

Yayıncılık hayatında önemli adımlar atmasına rağmen sonrasında monarşiyi ilân edip kral olacak olan Zogo’nun siyasî faaliyetlerini kabul etmeyerek bir kenara çekilir. II. Dünya Savaşı sırasında Komünist Partisi’ne muhalif olup Milliyetçi Parti’nin kurucuları arasında yer alır. Savaş bittikten sonra Komünist rejimin yerleşmesiyle hayatının sonuna kadar yaşayacağı Amerika Birleşik Devletleri’ne yerleşir

Şemsettin Sami Bey’in Evliliği, Ailesi ve Kişiliği

Şemsettin Sami Edremitli Kazasker Saadettin Efendi’nin kızı Emine Hanım’la 1883 yılında evlenir. Saadettin Efendi’nin Kandilli’deki evinde on yıl gibi bir süre kaldıktan sonra, kendisinin nezaret ederek inşa ettirdiği Erenköy’deki köşküne taşınır.

Sami’nin Emine Hanım’la olan evliliğinden dört çocuğu olmuştur. Samiye, Ali Sami, Sadiye, Sadi. Ali Sami Yen, Türk sporunun köklü kulüplerinden olan Galatasaray Kulübü’nün kurucularındandır. Emine Hanım’ın ölümünden sonra ağabeyi Abdül Bey’den dul kalan Belkıs Hanım ile evlenir ve bu evlilikten doğan bir de İskender adında bir oğlu olur.

Kendi babasından kalan eğitim sevdasını çocuklarına aktarmayı da ihmal etmez. Onların eğitimi konusunda hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan Sami, özel hocalar tutarak hepsini iyi yetiştirmeye çalışmıştır.

Sami Bey’in Kişiliği

Yakınlarının anlattığı kadarıyla kişiliğinde mütevazilik ağır basan bir vasıftır. Başkalarının düşüncelerine saygı gösterir, farklı bir düşüncede ise daima düşüncesini müdafaa eder, ancak karşısındaki kişiyi kırmayacak ve rencide etmeyecek bir hal ve harekette bulunur. Davranışları ve tutumu çocuklarına örnek olabilecek türdendir.

Siyatik rahatsızlığından dolayı evin tüm çocukları sırasıyla ayaklarını ovarlar, akşamları da kızına Victor Hugo ve Lamartine’den parçalar okuturmuş. Roman okumayı sevmez, “İnsan hiç yalan okur mu?” dermiş. Romancı olarak Hüseyin Rahmi’yi sever, yeni gelen nesli sadece beğenmekle kalmayıp “Bu çocuklar çok ilerleyecekler, lâkin dillerini biraz Türkçeleştirseler,” diye tespitte bulunurmuş.

Akşam yemeklerinde bazen Afganistan, Hindistan, Mısır, İran, Macaristan ve başka yerlerden misafirler gelir ve akşam yemeğine kalır, Sami hepsiyle kendi dillerinde konuşurmuş. Yazdığı eserlerden (gerek büyük gerek küçük olsun) gazetelerin gönderdikleri para miktarı çok azdır. Nitekim aldığı maaş da yetmeyince borç hayli kabarmış. Geçim sıkıntılarından dolayı Erenköy’deki köşkünü rehin bırakıp en sonunda satılığa çıkarılınca, üzüntüden dili tutulmuş ve iki gün konuşamamış.

Sami öleceği gün kızına, “Bana Graziyella’dan oku,” der, o da babasına, kitaptan çok sevdiği bir parçayı okur. Sami’nin, son nefesini vereceği anda ağzından çıkan son kelime “Allah” olmuştur.

Sami Bey Frasheri 1 Temmuz 1904’te hayata veda eder. Mekanı Cennet Olsun!

Sami Bey’in Öğrenim Hayatı

Fraşıri ailesinde eğitimin çok önemli bir rol oynadığını gerek şahsi hayatlarındaki faaliyetler, gerek topluma kazandırdıkları edebi, siyasi ve kültürel eserler sayesinde söylemek mümkündür. Bu duygunun kaynağının ailenin babası olan Halit Fraşıri’den geldiğini görüyoruz.

Halid Bej Fraşeri, Fraşıri beyleri ile yaptığı bir sohbette şöyle der:

“… Biz eğer oğullarımıza yabancı lisanları öğretmezsek ve yüksek okullarda okutmazsak, bütün memleket fakirleşecek. Arnavutluk’un Balkan’da hiçbir önemi kalmayacak: bu yüzden ben çiftliğimi satıp Yanya’ya gideceğim ve bir yolunu bulup oğullarımı okutacağım; sizin de böyle yapmanızda fayda görüyorum,”

Halid Fraşıri (Sami Bey’in babası)

Bektaşi geleneğine bağlı olan bir aileden gelen ve ilk öğrenimini Fraşır’da Kalkandelenli Mahmut Yakup Efendi’den alan Sami, ilim öğrenme tutkusunu daha o yıllarda anlamıştır. “Sami’nin bu iştahı etrafında ciddi bir biçimde gericiliğin hüküm sürdüğü çocukluk döneminde başlamıştır. Sami’nin kendisinin de söylediği gibi çocukluk oyuncaklarını hatırlamaz, çünkü küçükken onlarla çok az ilgilenmiştir. İlk dönemde onun öğrenme tutkusunu, çok iyi bir öğrenci olarak göze çarptığı okul, daha sonra yaşamı boyunca talebe kaldığı hayat giderdi.

Sâmi Yanya’da “Zosimea” Lisesi’ne kaydolur ve burada Yunanca, Eski Yunanca, Fransızca ve İtalyanca’yı öğrenmenin yanı sıra matematik, tarih, coğrafya, hikmet, kimya, doğa tarihi ve anatomi eğitimi almıştır. Arap ve Acem dillerini de Yanya’da tanınan bir müderristen ders görerek elde etmiştir. Sekiz senelik tahsili yedi senede tamamlaması onun eğitime duyduğu tutkunun bir yansımasıdır

Çalışma ve Yayıncılık Hayatı

Okulu tamamladıktan sonra 1871’de İstanbul’a gelerek kardeşi Naim Bey’le birlikte Matbuat Kalemi’nde göreve başlar. Aslında Şemsettin Sâmî’nin yazı ve yayın hayatı da burada başlar. Sami, burada çalıştığı sürede ufak çapta bir “tarih-i umumi” yazıyorsa da bastırmaktan vazgeçer.

Kaleme girdiği sene içerisinde, 1872 yılının yaz aylarında, ancak birinci cüzü bastırılabilmiş Târih-i Mücmel-i Fransa adlı tercümesi ile ilk kitabını yayınlar. Ardından ilk telif eseri olan Taaşşuk-ı Tal’at ve Fitnat adlı romanını forma forma yayınlamaya başlar (1289-1290 = 1872 Kasım – 1873). Bu yıllar içerisinde bastırmaktan vazgeçtiği Sührâb yâhud Ferzendkuş adlı trajedi ile, İskât-ı Cenîn yâhud İkisi Ölmüş, İkisi Çıldırmış ve Rekâbet isminde iki roman kaleme alır.

Sirac gazetesinde çalıştıktan sonra, 1873’te Hadika gazetesinde yazı işlerine bakmaya başlar. 42. Sayısında kapanan Hadika gazetesinin ardından, tekrar Matbuat Kalemi’nde görevini devam eder ve 1873 yılında İhtiyar Onbaşı piyesini Fransızca’dan ve Galetée adlı eseri yine Fransızca’dan nakleder.

Şemsettin Sâmi 1874’te bir Fransız okulunda öğretmenlik yaptıktan sonra Trablusgarp’ta çıkan Vilâyet gazetesi için bir yazar arandığını öğrenir. Bu göreve atanan Sâmi, Yanya’ya uğradıktan sonra Korfu, Brindizi, Napoli, Mesina, Malta güzergâhını izleyerek Trablusgarp’a varır. O dönemde Sami Paşazâde Sezai Bey’in babası olan Sami Paşa Trablusgarp’ta valilik görevinde bulunmaktadır. Sami, 8 yıl gibi bir yayın süresine sahip olan Vilâyet gazetesinde, 1874 (6/18 Haziran = 4 Cümade’l-ulâ 1291) tarihindeki 256. sayısından başlayarak yönetimi ele alır.

Sami’nin bahsi geçen görev ile ilgili yıllar içerisinde birçok araştırmacı ve yazar, Levend de dahil olmak üzere bir sürgün durumundan söz eder. Lakin Akün bunun gerçeklik yanının olmadığını ve “Abdülaziz zamanında memuriyet ile gittiği Trablus’a, Sultan II. Abdülhamid tarafından sürgün olarak gönderilmiş göstermelerinin tamamen yanlış olduğu gibi, bazılarının da Abdülhamid’in onu Trablus zindanlarına attırdığından bahsetmelerinin (msl. Albert Ghika, L’Albanie et la question d’Orient,Paris 1908, s.278) sadece garaz ve hayal mahsûlü bir uydurmadan ibaret” olduğunu belirtir.

1875’te İstanbul’a dönen Sâmi, gazeteciliğin yanı sıra bazı tiyatro eserlerini de yayımlar. Besa yahud Ahde Vefa (1875), Seydi Yahya (1875), Gâve (1876) adlı üç tiyatro eserini yayınlar. Sürgünde bulunan Ebüzziya adına Muharrir dergisinin ilk dört sayısını çıkartır. Tasvir-i Efkâr matbaasını kiralayan Mihran Efendi ile birlikte, izin sahibi Papadopoulos adlı bir Ruma ait olmak üzere 8 Mart 1876’da Sabah gazetesinin yayın hayatını başlatır. Yayınladığı bir haberden dolayı bir süreliğine kapatılan Sabah gazetesinde Sami 3 Ocak 1877 tarihinde çıkan 256. sayısına kadar görev yapmıştır.

Hersek’te gerçekleşen ihtilâl ve Sırbistan ile Karadağ savaşlarından dolayı Avrupa’da ön plana çıkan Doğu Meselesi yüzünden Osmanlı Devleti’nin haklılığını, Rumeli’deki toprak sorunlarını hukuk çerçevesinde izâh edip kuvvetli bir biçimde savunarak, yazılarıyla, dönemin basın organları içerisinde en doğru tespitleri yapan bir gazeteci ve yazar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Sava Paşa, Cezâyir-i Bahr-i Sefîd valiliğine tayin edildiğinde onun mühürdarı sıfatıyla 1877’de Rodos’a gider. Beş ay orada geçirdikten sonra görevinden ayrılır ve Yanya’ya uğrar. O sırada Osmanlı-Rus Savaşı başlamıştır. Yanya’da Rus seferi dolayısıyla kurulmuş olan “Sevkiyat-ı Askeriyye Komisyonu”nda birkaç ay başkâtiplik yapar. Bu sırada Sarf ve Nahv-i Arabî adlı eserini hazırlar. Aynı sene içerisinde İstanbul’a döndükten sonra, Sabah gazetesinin mürettibi olan Mihran’ın 10 Nisan 1878’de çıkarmaya başladığı Tercümân-ı Şark gazetesinin baş muharrirliğini üstlenir. Sâmi’nin ismini 74. sayısından itibaren (21 Cemâdiülâhir 1295 – 22 Haziran 1878) görmeye başlarız. Gazetenin, 1878 (9 Zi’l-ka’de 1295) tarihli 180. sayısında kapanmasının ardından, bir yandan Şeytan’ın Yadigârları (1878) ve Sefiller (1879) adlı romanları Fransızca’dan çevirip bastırır, diğer yandan ise Mihran’ın kurduğu “Cep Kütüphanesi” dizisi için küçük kitaplar hazırlamaya konulur. Bu dizide Medeniyet-i İslamiye, Esâtir, Kadınlar, Gök, Yer, İnsan, Yine İnsan, Emsal, Letâif, Usûl-i Tenkît ve Tertîb, Lisan kitapçıkları bulunmaktadır.

1878 yılındaki Berlin Kongresi çalışmaları sırasında Arnavutluk çok zor bir durumdaydı. Arnavutluk’un durumuyla ilgili Sami, dönemin basın kuruluşlarıyla tartışmaya girer. “Rus harbi sonunda Trakya ve Makedonya üzerinde uyanan ihtirasları, Arnavutluk topraklarının paylaşılmak istenmesi, Arnavutların telâş ve heyecanı, Osmanlı İmparatorluğundan ayrılmak istemeyenlere karşı, Arnavutlar arasında özerklik eğilimlerinin belirmesi gibi olayları göz önüne getirmek gerekir.” Ayestefanos (Yeşilköy) Antlaşmasından sonra ortaya çıkan ve daha da fazla gelişen “Prizren Birliği” sırasında Şemsettin Sami’nin ağabeyi Abdül Bey (Abdullah Hüsnü) çok önemli bir rol oynamıştır. “Gittikçe kuvvetini artıran bu siyasi faaliyet esnasında Sâmî de İstanbul Matbûatında Arnavutluk meselesiyle ilgili olarak Arnavutlar hakkında bazı ithamkar mütalâalara karşı yazılar yazarak bu davanın müdafasını yapıyor.”

1879 yılındakurulan “Cem’iyyet-i İlmiyye-i Arnavudiyye” adlı cemiyetin kurucuları arasında Abdül Bey ve Sava Paşa’nın yanı sıra Şemsettin Sami de yer almıştır.

Sami 1879’da Aile, 1880’de Hafta dergilerini çıkarır. Yine aynı yılda Abdülhamid’in gösterdiği istek üzerine Teftiş-i Askerî Komisyonu kâtipliğine getirilir. Daha sonra 1893’de ise aynı komisyonun başkatipliğine getirilir. Sami bu görevde hayatının sonuna kadar kalıp aylık almakla birlikte evinde “ikamete memur” edilmiştir. İlk başta sokağa çıkmasına rağmen 1899 yılında bu da yasak edilmiştir.

Şemsettin Sami, hayatında rütbe ve nişan sahibi de olabilmiştir. “1300’de “Saniye sınıf-ı sanisi” rütbesini, 1302’de “Üçüncü rütbeden Osmanî” nişanını, yine o yıl biten Kamus-ı Fransevî’ye mükâfat olarak “Ulâ sanisi” rütbesiyle iftihar madalyasını, 1302’de “Üçüncü rütbeden Mecidi” nişanını, 1311’de “Ulâ sınıf-ı evveli” rütbesini almıştır (bu tarihler Rumîdir)

Şemsettin Sami Bey’in Eserleri

Tanzimat dönemi dil ve edebiyatının önemli yaratıcılarından ve yenilikçilerinden birisi olan Şemsettin Sâmi, hayatı boyunca edindiği yabancı dil bilgisi sayesinde dönemin batılı dil ve edebiyatını takip etme ve bu alanlarda ortaya çıkan yenilikleri Osmanlı, dolayısıyla Türk edebiyatına kazandırma yoluna gitmiştir. Yaptığı çalışmalara bakıldığında dilci kimliği önemli bir yer tutarken, edebiyatın diğer türleriyle de ilgilenmiştir. Bunları da aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür.

Çeviriler:

Tarih-i Mücmel-i Fransa (1872),
İhtiyar Onbaşı (1873),
Galatée (1873),
Şeytan’ın Yadigârları (1878), Sefiller (1879), Robinson (1885).

Roman:

Taaşşuk-ı Tal’at ve Fıtnat (1872-1873).

Tiyatro eserleri: Besa yahud Ahde Vefa (1875), Seydi Yahya (1875), Gâve (1876).

Bunların dışında Mezâlim-i Endülüs ile konusu Endülüs tarihinden alınmış ve Vicdan adlı üç perdelik basılmamış iki piyesi daha vardır.

Cep Kitapları:

Medeniyyet-i İslâmiyye, Esatir, Kadınlar, Gök, Yer, İnsan, Emsal, Letaif, Yine
İnsan, Lisan, Usul-i tenkit ve Tertip.

Sözlükler:

Kamus-ı Fransevî (Fransızca-Türkçe Sözlüğü, 2 cilt, 1882)
Kamus-ı Fransevî (Türkçe-Fransızca Sözlüğü, 1885)
Küçük Kamus-ı Fransevî (Fransızca-Türkçe Sözlüğü, 1886)
Kamusu’l-A’lâm (Tarih ve Coğrafya Ansiklopedisi, 6 cilt, 1888-1898),
Kamus-ı Arabî (Arapça-Türkçe Sözlüğü, 1895)
Kamus-ı Türkî (Türkçe-Türkçe Tanımlar Sözlüğü, 2 cilt, 1896-1897)

Gazeteler ve dergiler:

Gazeteler; Sirâc (1873), Hadika (1873), Trablusgarp (1874-1875), Muharrir
(1875), Sabah (1876-1877), Tercüman-ı Şark (1878).

Dergiler; Aile (1879), Hafta (1880), Drita (1884), Dituria (1884-1885)

Öğretici eserler:

Tasrifat-ı Arabiyye (1877), Nev-Usul Sarf-ı Türkî (1890), Yeni Usul Elifbâ-yı
Türkî (1891), Tatbikat-ı Arabiyye (1900), Küçük Elifba, Kavaid-i Sarfiyye-i Arabiyye
Kavaid-i Nahviyye-i Arabiyye.

Arnavutça Eserleri:


Alfabe (1879), Shkronjëtore e Gjuhësë Shqipe (Arnavut Dilinin Grameri 1886)
Dheshkronjë (Coğrafya 1888)
Shqiperia ç’ka qenë, ç’është dhe ç’do të bëhet?
(Arnavutluk ne idi, nedir ve ne olacak? 1899).-

Değişik konulardaki eserler:

Hurde-çin (1885), Himmetü’l-Himam fi Neşr-i İslâm (1885),
Bakinin Eş’ar-ı Müntehabesi (1899)
Ali bin Ebi Talib (1899)


Şemsettin Sami hem Türkler hem de Arnavutlar için önemli bir isimdir.

Şemsettin Sami Tanzimat Dönemi edebiyatının önemli isimlerindendir. Türk Dili ve Edebiyatı, Türk tarihi konusunda önemli çalışmalar yapmış, hazırladığı sözlüklerle Türkçe’ye önemli hizmetlerde bulunmuştur.

İlk Türk romanı olan Taaşşuk-ı Tal’at ve Fıtnat’ı kaleme almış, tiyatro türüne de önemli eserler kazandırmıştır. Bütün bu faaliyetleri dolayısıyla o, Türk milliyetçiliğinin önemli isimlerinden biri olmuştur.

İsmail Habib Sevük, onun dil çalışmalarına yaptığı katkılar hakkında şunları söylemiştir:

Bazen kırk elli kişilik akademilerin uzun seneler çalışarak yapamadıkları işi bir Şemseddin Sami çıkar, devler gibi çalışarak başarır.

İsmail Habib Sevük

Lügatçılığında olduğu kadar edebî faaliyetinde de yenilikçi bir tavır gösteren Şemsettin Sami, sadece telif değil tercüme eserleri sayesinde de, dönemin okuyucularından büyük ilgi görmüştür

Lügatçılığında olduğu kadar edebî faaliyetinde de yenilikçi bir tavır gösteren Şemsettin Sami, sadece telif değil tercüme eserleri sayesinde de, dönemin okuyucularından büyük ilgi görmüştür

Klaudio Fusha

Klaudio Fusha’nın “Şemseddin Sami’ye Ait Olduğu İddia Edilen Arnavutluk’a Dair Eser Ve Arnavutluk’ta Şemseddin Sami Hakkında Çıkan Yazılar” adlı Yüksek Lisans tezindeki tespitlerden hazırlanmıştır.


Klaudio Fusha’nın Arnavut.Com için derlediği ve önsözünü yazdığı, Türk ve Arnavut toplumları için büyük hizmetleri bulunan Şemseddin Sami Bey’in hayatını anlatan “Şemseddin Sami Bey” eserinden dolayı sonsuz teşekkür ediyoruz.

Faleminderit Z.Klaudio Fusha

Klaudio Fusha

Arnavut.Com
“Şemseddin Sami’nin değerli hatıralarına”

Benzer Yazılar

Refik Veseli, Moşe Mandil ve Arnavut Yemini

Bir Zamanlar Gjakova (Yakova)

Bir Zamanlar Kaçanik