Tarihte Kahramanlık ve Hainlik Kavramı

Arnavutların Osmanlı tarihinde özel bir yeri olduğuna kuşku yok. Osmanlı tarihinde “kahraman” ve “hain” olarak kabul edilen Arnavutlar olduğu gibi her iki ülke için “kahraman” kabul edilen Arnavutlar da var.

Hain ve kahraman sıfatları mutlak değil, göreceli kavramlardır. Zamana ve mekâna göre değişirler. Dolayısıyla her ülkenin tarihinde bir dönem “kahraman” kabul edilen kişi, izleyen bir başka dönemde “hain” ilan edilebilir. Tersi de doğru. Bir dönem “hain” olarak kabul edilen kişi, izleyen dönemde “kahraman” ilan edilebilir. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ve Milli Mücadele sırasında bir “hain” olarak ilan edilen ve yakalandığı yerde idam edilmesi için 24 Mayıs 1336 (1920) tarihinde hakkında ferman çıkarılan Mustafa Kemal Paşa, birkaç yıl sonra modern Türkiye’nin kurucusu ve hatta yegâne “kahramanı” olarak kabul edilecektir.

Aynı göreceli durum ülkeler için de geçerlidir. Bir ülkenin kahramanı bir başka ülkenin haini olabilir. Tersi de doğru. Milli devletlerin ve milliyetçiliğin etkili olduğu ve 20. yüzyıl boyunca imparatorlukların çözülmesi sürecinde milli devletlerin kurulması merkez ülke tarafından bir “hıyanet” olarak adlandırıldı. Oysa aynı süreç, imparatorluklardan kopan milli devletler için “bağımsızlık savaşı” ve kahramanlık süreci olarak adlandırılır…Örneğin Arap bağımsızlık sürecini başlatan Mekke Şerifi Hüseyin, Araplar için “kahraman”, Osmanlı için “hain”di.

Aslında “hainler” ve “kahramanlar” günümüzü ilgilendiren, günümüzdeki siyasal rejimlerin ve iktidarların meşruluklarını sağlayacak olan “resmi ideoloji ve tarihin” icadı olan simgelere dönüşür. Her dönemde, her resmi ideolojinin hainleri ve kahramanları vardır. “Hainler” ve “kahramanlar” siyasal iktidarların varlıklarını pekiştirme vesilesi olarak kullanılır. Adeta resmi ayin ve törenlerin baş konuğu olurlar. Arnavutların Osmanlı tarihinde özel bir yeri olduğuna kuşku yok. Osmanlı tarihinde “kahraman” ve “hain” olarak kabul edilen Arnavutlar olduğu gibi her iki ülke için “kahraman” kabul edilen Arnavutlar da var.

Kosova’da 21-23 Ekim 2013 tarihleri arasında düzenlenen ve özel davetli olarak çağrıldığım “Java e Albanologise-KOSOVE Prishtinë “Heronjtë dhe tradhtarët: Shqiptarët në historinë osmane” kongresinde konuşma yapmıştım. Konuşmanın yazılı metni daha sonra Arnavutçaya çevrilerek Kosova’nın en prestijli bilimsel dergisi olan ALBANALOGJİ yayınlandı.

(“Heronjtë dhe Tradhtarët Shqiptarët në Historinë Osmane” ALBANALOGJİ, (2014) vol. 2,no.4, ss.365-376) Ayrıca Arnavutluk, Makedonya ve Kosova gibi üç ülkede basılan SHENJA adlı dergi de yayınlanmıştır. (“Heronjtë dhe Tradhtarët Shqiptarët në historinë osmane”, SHENJA, vol.4, (2015) ss. 63-67.)
Not: Kongredeki bu sunum, Türkiye’de ilk kez Atlas Tarih dergisinde yayınlanmıştır.

İSKENDER BEY SULTANIN SARAYINDA YETİŞTİRİLDİ

İlk kez 2007’de Arnavutluk’u ziyaret ettiğimde Lej’de [Lezhës-Lezha] Gjergj KastriotiSkënderbeu, Skanderbeg/İskender Bey’in temsili mezarına gitmiştim. Kapısı kapalıydı. Biraz sonra görevli geldi ve kapıyı açmak için cebindeki anahtarı çıkarırken yanımda bana eşlik eden eski bir Arnavut öğrencime benim kim olduğumu sordu. Benim Türkiye’den geldiğimi öğrenince çok tedirgin oldu. Açmakta olduğu kapıdan anahtarı çıkardı. Arnavutça bir şeyler söyledi. Bana aktarıldığına göre, benim mezara zarar verebileceğimi düşünmüş. Sonra yanımdakiler sayesinde böyle bir amacımın olmadığına ikna oldu ve kapıyı açtı.

Ben içeriyi gezip incelerken, gözü hep üzerimdeydi. Sonradan hikâyeyi dinledim. O mekân eskiden bir Ortodoks kilisesiymiş. Skenderbeu öldükten sonra buraya gömülmüş. Sonradan üzerine cami yapılmış. Bu arada mezarın burada olduğunu öğrenen Türkler mezarı açarak yağmalamış ve Skenderbeu’nun kemiklerinden kolyeler, takılar yapmışlar. Bu hikâyenin doğru olması mümkün görünmüyordu, ancak inanılıyordu. Zira İslam ve Türk geleneğinde insan kemiğinden takıya pek rastlanmaz.

Görevli benim neden orayı ziyaret etmek istediğimi sorduğunda, öncelikle Osmanlı tarihinde yer almış bir kişinin mezarını görmek istediğimi, ikinci olarak da Arnavut tarihinde önem verilen bu kişiyi tanımaya ve Arnavutların ona dair duygularını anlamaya çalıştığımı ifade ettim. Zira anlamak demek, kendini başkasının yerine koyabilmek demektir. Günümüzdeki Arnavutların milli hassasiyetini anlamak, Arnavutluk’u anlamak konusunda ipucu verebilir, zaten benim bir turist/misafir olarak ilk amacım da anlamak. Bir bilim insanı olarak da her iki ülkenin tarihinde farklı değerlerle de olsa yer alan bu kişiyi ve olayları tarihin bir parçası olarak değerlendirmek…

Osmanlılar Arnavutlarla erken bir tarihte tanışmışlardır. Osmanlı açısından bakıldığında ve milli tarih açısından Skenderbeu, önce bir Kastriyoti hanedanının sultana gönderdiği “rehine” bir saray görevlisi olarak yetiştirilmiş, Balkan seferlerine katılmış ve “yararlı” hizmetleri görülmüş bir devşirmedir. Sultan II. Murad’ın sarayında, daha sonra tahta geçecek olan II. Mehmed’in de arkadaşıdır. Ancak 1443’te Morava Savaşı’nda ordudan kaçmış, ardından ölümüne kadar Osmanlıların Arnavutluk coğrafyasında yerleşmesine karşı mücadele etmiş, Arnavut aşiretlerini Osmanlı’ya karşı birleştirmek için gayret ettiği için eski dost, bir hain olarak tanımlanmıştır. Halbuki tam da bu özelliği ile Arnavutluk milli tarihi açısından bir kahraman olarak başta Akçahisar’da (Krujë-Kruya) müzesi ve birçok yerde heykelleri olduğu gibi hakkında sayısız efsaneler olan milli bir figürdür. Dolayısıyla İskender Bey Osmanlı için önce kahraman sonra hain kabul edilecektir. İskender Bey’i modern Türkiye’de ise pek tanıyan çıkmaz.

Arnavut milli tarihi için kahraman olan Gjergj Kastrioti-Skënderbeu, Osmanlılar ve sonra milli Türkiye tarihinde hain olan İskender Bey, bu konudaki tek isim değildir. Örneğin Ali Baş Tepelena [Ali Pashë Tepelena] da bunlardan biridir. Arnavutlar için milli bir kahraman olan Ali Baş Tepelena, Osmanlılar için hain Tepedelenli Ali Paşa olmuş, okullarda da böyle öğretilmişti. Osmanlı’nın isteği ile Yunan milliyetçiliğinin bastırılmasında çok önemli bir rol oynadığı için Tepedelenli’den Yunan milli tarihi de pek hoşlanmaz.

KAVALALI MEHMET ALİ PAŞA

Ancak bir başka Arnavut, Türkiye’nin resmi tarihinde pek sevilmezken, Arnavut milli tarihinde de, Yunanistan resmi tarihinde de önemsenir. Kavala şehrinden bir delikanlı, sıradan bir asker olarak Osmanlı ordusuyla 1798’de Mısır’a gider. O sırada Mısır, Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçasıdır ve Napolyon’un ordusu tarafından işgal edilmiştir. Fransa ordusuna karşı gösterdiği başarı ile kısa sürede dikkat çeken Kavalalı Arnavut delikanlı başarıları ve cesaretiyle yükselerek Mısır valisi olacak ve “Kavalalı Mehmed Ali Paşa” olarak anılmaya başlayacaktır. O kadar güçlenecektir ki bir dönem, sıradan rütbesiz askeri, sonra da valisi olduğu Osmanlı’ya başkaldıracak, hatta Osmanlı tahtını da, başkentini de tehdit edecek ve ancak Avrupalıların ve Rusya’nın araya girmesi ile durdurulabilecekti. Kavalalı 1840’ta Hıdiv, yani Mısır’ın hem Osmanlı hem de diğer devletlerce de tanınan yöneticisi oldu. Arnavuttu, modern Mısır’ın kurucusu olarak da bilinir. Günümüzde Yunanistan sınırları içinde bulunan Kavala’da ailesinin evi bir müze olarak kullanılıyor. Evin aşağısında annesinin mezarı var. Yunanlılar Kavalalı Mehmed Ali Paşa için bir de heykel dikmişler. Yunanlılara göre Yunanlı, Arnavutlara göre Arnavut olan Mehmet Ali Paşa’yı Yunanlılar da sever, Arnavutlar da…

TÜRKİYE VE ARNAVUTLUK’UN ENVERLERİ

II. Meşrutiyet demek, “istibdat dönemi” olarak adlandırılan II. Abdülhamid döneminin son bulması ve “hürriyet” yani özgürlüğün gelmesi demekti. Bu amaçla faaliyet gösterenlerin başında Enver Bey (sonra Paşa) geliyordu. Enver Bey 23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet’in ilan edilmesinde başrolü oynayanlardan biriydi. Kendisine bağlı askerlerle birlikte Manastır’da dağa çıkarak padişahı meşrutiyetin ilanına zorlamıştı. Meşrutiyet’in ilanındaki katkılarından dolayı bir Arnavut olan Resneli Niyazi ile birlikte kahraman olarak ilan edilen iki kişiden biriydi. Enver Bey, kısa sürede paşalığa yükseldi. Başkumandan vekili olarak padişahtan sonra gelen ikinci isim ve imparatorluğun kaderini elinde tutan üç kişiden (Enver-Talat-Cemal) birisi oldu. “Hürriyet Kahramanı”ydı, Balkan Savaşı kahramanıydı, Cihan Harbi Kahramanıydı… 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandığında imparatorluğu yenilgiye uğratan sorumluların başında gelen biri olarak saklanacak yer aradı. Gizlice kaçmak zorunda kaldı. Artık Osmanlı için imparatorluğu batıran “hain”di. Cumhuriyet döneminde de “hain” olarak anıldı…

Enver Paşa’nın öncülüğünde II. Meşrutiyet’in ilan edildiği 23 Temmuz 1908 tarihinden itibaren Arnavutların yaşadığı coğrafya başta olmak üzere Balkanlar’da günlerce şenlikler yapıldı. Meşrutiyet yönetiminin bir gereği olarak seçimler yapılacaktı. 1908 yılının sonbahar ayında Osmanlı parlamentosu için seçimlerin yapıldığı bir sırada, 16 Ekim 1908’de Janina/Yanya Vilayetine bağlı Ergiri’de/Gjirokastër’de bir çocuk dünyaya geldi. Babası Halil Hoca, “Hürriyet ve Meşrutiyet Kahramanı” Enver Paşa’ya duyduğu hayranlığın sonucu olarak oğluna “Enver” ismini koydu.

O yıl doğan erkek çocuklarına Hürriyet kahramanları Enver ve Niyazi’nin isimlerini vermek istisna değildi. Mesela İmparatorluğun bir başka köşesinde Mısır’da bir başka baba da doğan oğluna Enver ismini koymuştu. Bu Enver de büyüdüğünde Mısır’ın üçüncü cumhurbaşkanı Enver Sedat olacaktı. Kıbrıs’ta ise bir aile, doğan ikizlerden birine o zamanın “Hürriyet ve Meşrutiyet Kahramanları” olan Enver, diğerine Niyazi ismini verdi. Niyazi, Türkiye’nin ünlü sosyal bilimcilerinden biri olarak 1946’da solcu hocalar davası nedeniyle A.Ü. D.T.C.F.’den atıldıktan sonra Kanada’ya yerleşen ve öğretim üyeliğine devam eden Prof. Dr. Niyazi Berkes’ten başkası değildi. Enver ise ikiz kardeşinin adıydı.

Biz 1908’de Arnavutluk’ta doğan Enver’e dönelim. Bu Enver de isim babası Enver Paşa gibi önce bir kahraman sonra bir hain ilan edilecekti. Halil Hoca’nın oğlu Enver, 1946-1985 yılları arası Arnavutluk’u yöneten ve başlıca ve hatta tek milli kahraman olan Enver Hoca’dan (Enver Hoxa) başkası değildi. Yaklaşık 40 yıl Arnavutluk’u yöneten ve yaklaşık 45 yıl “kahraman” olarak yaşayan Enver Hoxa, 1991’den itibaren “hain” ilan edildi.

Şu anda Tirana’daki Milli Müze’nin önünde yıllarca gölgesinden bile korkulan heykelinden eser bile yok. Milli Müze’de ise 1944-1991 arası işkencelerle, eziyetlerle anılan bir dönem olarak anılıyor. Kendisine anıt mezar olarak yaptırılan Piramit yıkılmak üzere. Tirana dışındaki genel mezarlıktaki kabrini bulmak bile bilenler dışında neredeyse imkânsız, benim için de bulmak çok zor oldu. Yıllarca kahraman olarak yaşayan ve ölen Enver Hoxa artık bir “hain”di. Bir ülke içinde bile hainler ve kahramanlar bu kadar hızla yer değiştirirken, ülkeler arasında bunun yaşanmasına şaşmamalı.

İttihat ve Terakki önde gelen isimleri II. Meşrutiyet’in ilanından sonra bir arada. İbrahim Temo’nun üyelik numarası 1/1’di.

İTTİHAT TERAKKİ’NİN 1 NUMARALI KURUCUSU : İBRAHİM TEMO

İttihat ve Terakki Cemiyeti 1889 yılında kurulmuş yaklaşık 20 yıl gizli bir siyasi örgüt olarak faaliyet gösterdikten sonra 1908’de bir devrimle iktidara yürüdü. II. Abdülhamid’e muhalif olan ve Jön Türkler olarak adlandırılan kuşağın bu gençlik örgütlenmesi bir süre sonra efsane haline gelmişti. II. Abdülhamid’i baskıcı/müstebid bir padişah ve Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasından sorumlu kişi olarak suçluyordu.

Osmanlı’nın siyasi kurtuluşunu, II. Abdülhamid’in askıya aldığı anayasanın yeniden yürürlüğe girmesinde ve kapatılmış olan meclisin açılmasında görüyordu. İttihat ve Terakki,23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte iktidara gelmemekle birlikte iktidarı ciddi bir şekilde etkilemeye başladı, 1908’den başlayarak 10 yıl boyunca, ama özellikle 1913-1918 yılları arasında imparatorluğun kaderine hükmetti. Osmanlı’nın son 30 yılına damgasını vuran İttihat ve Terakki 3 Haziran 1889’da kurulduğunda 1/1 numaralı, yani 1’inci hücrenin 1 numaralı kurucu üyesi Strugalı bir Arnavut olan İbrahim Temo’ydu… Günümüzde Makedonya’da bulunan ve şiir festivaliyle meşhur şairler şehri Struga’da Temo’nun heykeli var; bir okula da ismi verilmiştir.

UNUTMAK VE HATIRLAMAK

İlginçtir örneğin Arap milliyetçiliğini “Arap İhaneti” olarak algılayan ve unutmayan Türkiye’deki resmi ideoloji ve resmi tarih Arnavutların bağımsızlık sürecini ilk anda hainlik olarak tanımlasa da çabucak görmezden gelmiş, unutmuş veya unutmak istemiştir. Aslında aynı durum Arnavutlarda da var. Sanki 28 Kasım 1912’de bağımsızlıklarını Osmanlılardan değil de, başka bir ülkeden almış gibilerdir. Çünkü Osmanlı tarihini Arnavutlar olmadan, Arnavutluk tarihini de Osmanlılar olmadan yazmak imkânsızdır. Hepsinden önemlisi Osmanlı döneminde demokrasiyi, farklı kimlikliklerle, farklı etnik köken, din ve kültürlerle birlikte yaşamak için öneri getirmiş, çaba harcamış Arnavutların günümüzde de Balkan barışının inşasında çok önemli bir rol oynayacağına inanıyorum. Tarih bize barış içinde yaşamamıza elverişli sayısız örnek sunuyor. Birbirimizi daha yakından tanıdıkça, ortak akademik projeleri temenni olmaktan çıkarıp hayata geçirdikçe, farklılıklarımızla hem ülke olarak, hem etnik kimlikler olarak birlikte yaşayacağımız zemini oluşturacağımız açıktır. Bizler bilim insanlarıyız ve elimizden gelen, barışa akademik katkı yapmaktır. Her şeyden öncelikli ve önemli olan barış niyeti ve dilidir. Artık bizim yeni kahramanlara da hainlere de ihtiyacımız yok. Dostlara, dostluklara ihtiyacımız var. Zira demokrasiler sıradan insanların ve dostlukların olduğu rejimlerdir. Balkanlar istisnai bir dönemden geçiyor. Demokrasi içinde birlikte yaşamak için çaba harcayabileceğimiz ve sonuçlarını alabileceğimiz bir dönem bu. Her etnik kimliğin eşit değer ve önem taşıdığı bir komşuluk, birliktelik ve geleceği kurmak amacımız olmalı. Farklılıkların bir çatışma değil, zenginlik olarak algılandığı bir dönem. Benim bir hayalim var: Günün birinde Balkan coğrafyası hepimiz için barışın, eşitliğin, özgürlüğün ve demokrasinin hâkim olduğu ve sınırların olmadığı yeni bir medeniyeti yaratacaktır.

Şemseddin Sami Frasheri, yalnızca Türkiye için değil, yalnızca Arnavutluk için de değil, hiç kuşkusuz dünya için bir armağandır…

Prof. Dr. Mehmet Ö. Alkan yazılan diğer yazıları için aşağıdaki linklere tıklayınız.

Prof. Dr. Mehmet Ö. Alkan
Tarih Vakfı Başkanı
İstanbul Üniversitesi Siyasi Tarih Anabilimdalı Başkanı /
Siyasal Bilgiler Fakültesi / Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü

(“Heronjtë dhe Tradhtarët Shqiptarët në historinë osmane” ALBANALOGJİ, (2014) vol. 2,no.4, ss.365-376) Ayrıca Arnavutluk, Makedonya ve Kosova gibi üç ülkede basılan SHENJA adlı dergi de yayınlanmıştır. (“Heronjtë dhe Tradhtarët Shqiptarët në historinë osmane”, SHENJA, vol.4, (2015) ss. 63-67.)

Bu makale, Prof. Dr. Mehmet Ö. Alkan tarafından yazılmış ve özel izniyle sitemizde yayımlamıştır. Kendisine çok teşekkür ederiz.

Faliminderit

Bu yazı “(“Heronjtë dhe Tradhtarët Shqiptarët në Historinë Osmane” ALBANALOGJİ, (2014) vol. 2,no.4, ss.365-376) Ayrıca Arnavutluk, Makedonya ve Kosova gibi üç ülkede basılan SHENJA adlı dergi de yayınlanmıştır.

Arnavut.Com
“Arnavut Akademi”

Benzer Yazılar

Refik Veseli, Moşe Mandil ve Arnavut Yemini

Bir Zamanlar Gjakova (Yakova)

Bir Zamanlar Kaçanik